KÖK
KÃK i. (Orta Türk. [OÄuzca ve Kıpçakça] kök âkök, menÅeâ)
- Bitkilerin, topraÄın altında kalan ve topraktaki besi maddelerini emmelerine yarayan kısmı,cezr âSaçak kök.â âKazık kök.â âYumru kök.â Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı / Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiÅ aÄacı (Yahya Kemal Beyatlı). Yaprakların, köklerin, otların çürümesiyle vücûda gelmiÅ bir nebâtî gübre… (Refik Halit Karay). Å?imdi kökleri bol, serin dereler içinde ve dalları ılık, Åefkatli ıÅıklar altında geliÅen Defneânin erikleri kıvâmını bulmuÅtu (Refik Halit Karay)
- Bâzı Åeyleri bulunduÄu yere kuvvetle baÄlayan dip bölümü, derinlerdeki alt ucu: âDiÅ kökü:â Sinir kökü.â
- AÄaç ve bitkilerin, topraÄın altında en dipteki kısmından en uca kadar olan bütünü: âÃç kök karanfil.â âDört kök maydanoz.â âBeÅ kök kavak.â
- Bâzı bitkilerin ev ilâcı yapılan dip kısımları: Belki de kökün bu kadar tılsımlı bir ilâç olduÄuna inanmamıŠolacak… (Kâtip Ãelebiâden Seç.).
- mec. Temel, esas. Sırplar bizim teÅkîlâtımızı kökünden yıkmayı düÅünüyorlardı (ReÅat Nuri Güntekin). VarlıÄının en hayâti köklerine iÅleyen bir tesirle beni kendilerine baÄlıyor, çekiyor, sarsıyorlar (Peyâmi Safâ). Hiçbir büyük mesele kökünden halledilmemiÅ olmakla berâber ortalık durur ve devlet eski kudretini iâde etmiÅe benzer. (Ahmet Hamdi Tanpınar).
- mec. Bir Åeyin ilk çıktıÄı, ilk var olduÄu nokta, geçmiÅteki kökeni: Bizim milletin rûhunun derinliklerinde kökleri çok uzak mâzîlere giden fazîletler vardır (Kaya Bilgegil). Türk târihinin kökü binlerce seneye dayanır (Sâmiha Ayverdi). Türkiye ise Tanzîmatâtan beri köklerinden kopmuÅtur (Ergun Göze).
- dilb. Anlam bakımından bölünemez durumda olan ek almamıŠsözlük kelimesi, köken, cezr. * mat.
- Kendisiyle birkaç defa çarpıldıÄında belli bir sayıyı veren sayı, cezr: â4×4= 16 olup 4 sayısı 16ânın kareköküdür.â â3x3x3=27 olup 27â nin küp kökü 3âtür.
- Bilinmeyenin yerine konduÄunda denklemi sıfır yapan sayı.
- kimya. Kimyevî iÅlemlerde yapısı deÄiÅmeksizin atom gibi davranan, bir atomun veya kendi benzerlerinin yerine geçen, iki veya daha çok sayıda atomdan meydana gelmiÅ grup: âNitrat kökü NO3, sulfat kökü SO4 ile gösterilir.â
* Kök salmak: Ä°yice ve saÄlamca yerleÅmek, tutunmak, yayılmak: Malazgirtâte bileÄinin kuvvetiyle, dehâsının zoruyle bize bu aziz vatanın kapılarını açan Alpaslan (…) yeni bir terkîbin doÄmasına, bir çınar gibi yetiÅip kök salmasına sebep olduÄunu acaba hissetmiÅ miydi? (Ahmet Hamdi Tanpınar). Bu kadar kök salmıŠbir alıÅkanlıÄa karÅı gelinemez (Cemil Meriç). Bu kök salan âdetler, cemiyetin îtiyatları zemîninde derinlemesine nasıl yayıldı? (Sâmiha Ayverdi).
Kök sökmek: Ãok zor bir iÅ yapmak. Kök söktürmek: (Bir kimseyi) Ãok uÄraÅtırmak, eziyetli bir iÅ yaptırıp zora koÅmak.
Kökten bitme (sürme): Atadan gelme: Daldan bükme deÄil kökten sürme olmalı (Atasözü).
Kökü kazınmak: Bir daha var olamayacak Åekilde yok edilmek: O, kökü kazınacak milletlerden ve Anadolu da taksîme uÄrayacak ülkelerden deÄildir (Refik Halit Karay) Ãünkü dünyânın en ilkel ülkelerinde bile artık ırz düÅmanı eÅkiyâ cinsinin kökü kazınmıÅtır (Burhan Felek). GeleceÄimizi çürüten bu barbarlıÄın kökü çoktan kazınırdı (Tarık BuÄra).
Kökü kurumak: Yok olmak.
Köküne kibrit suyu: âYok olsun, kahrolsunâ anlamında bedduâ sözü: Aman, erkek deÄil misiniz, hepinizin köküne kibrit suyu!.. (Sâmiha Ayverdi).
Köküne kibrit suyu dökmek: Kökünü kurutmak.
Kökünü (Kökünü (Kökünden) kazımak: Hiçbir iz bırakmayacak Åekilde yok etmek.
Kökünü kurutmak: Bir daha ortaya çıkamayacak Åekilde yok etmek, köküne kibrit suyu dökmek: Fâciaların cirit oynadıÄı köylerde nesillerin kökünü kurutacak hastalıklar vardır (Kaya Bilgegil). Nerede o güzelim kofanalar. Onun da kökünü kuruttuk (Burhan Felek).
KÃK i. Bir sazı kurmaya yarayan burgu, kulak.