Sokak sokak San Francisco turu
San Jose’deki son günümde iki günlük dinlenmenin de verdiği enerjiyle, istediğim kadar gezmeye fırsat bulamadığım San Francisco’yu feth edecektim. Sabah erken saatlerdeki ekspres bir trenle yola koyuldum.
Tren istasyona yanaştığında güneş havayı yavaş yavaş ısıtmaya başlamıştı. Bu defa bütün şehiri yürüyerek gezmeye karar verdiğimden daha önce haritada işaretlediğim rota doğrultusunda gezime başladım. Tek problem haritayı kahvaltı masasında unutmuş olmamdı. Yürüyüşün ilk dakikalarında karşıma AT&T Park yazan kocaman bir levha çıktı. Biraz daha ilerlediğimde ağaçların ardındaki bu yerin San Francisco Giants takımına ait Baseball sahası olduğunu anladım. Çevresindeki takımın yıldızlarına ait heykellerle gerçekten park havasındaydı.
Sahildeki limanlar boyunca yürüyüşüme devam ettim. Sabah koşusuna, bebeklerini ya da köpeklerini gezdirmeye çıkanlarla doluydu her yer. Berkeley’e giderken üzerinden geçtiğimiz Bay Bridge‘in ne kadar uzun olduğuna bir kere daha şaşırdım. Tabi çift katlı olması da cabası. Bir kat gidiş bir kat dönüş.
Sahil boyunca denizi ve her açıdan farklı görülen downtown – şehir merkezini seyrettim. San Francisco’nun turizim merkezi olan Pier 39’a geldiğimde hastalığın etkisiyle biraz yorulmuştum. Vitrini çok cazip gelen krepçiye girip kendime nefis nutellalı bir krep söyledim. Bu esnada, yolcu limanı girişindeki masadan aldığım harita üzerinde eski haritamdan hatırladıklarımı işaretlemeye başladım. Programımı netleştirdiğimde karnım doymuş ve kendimi yürüyüşün ikinci kısmına hazır hissedecek kadar dinlenmiştim.
Pier 39’daki dükkanlar arasında biraz dolaştıktan sonra, burayı önemli kılan şeyleri görmek için arka tarafa geçtim.
Pier 39 ve Fisherman’s Wharf arasındaki bu bölüm tamamıyle denizaslanlarına ayrılmıştı. Güneşin altında mayışmış şekilde üstüste yatıyorlardı. Kıpırdanıp, rahatsız eden olursa şöyle bir itişip kakışıştıktan sonra tekrar yerleşip güneşleniyorlardı. Çevrede insanlara alışmış, ellerinden yemek yiyen martılar uçuşuyor, okul gezisine geldiği anlaşılan çocuklar koşturuyordu.
Pier 39’u gezip, daha önce clam chowder içtiğimiz Fisherman’s Wharf’a doğru yollandım. Aslında burası daha çok restoranlardan oluşan bir bölümdü. Etrafta ellerinde yengeçlerle dolaşan adamlar, hangi ülkeden olduğunuzu anlayamayıp, sizinle bir dilden anlaşırım umuduyla, sıra sıra başka dilleri deneyen garsonlar, Galata köprüsündeki dükkanların önünde müşteri kapmaya çalışanları hatırlattı bana. İnsanoğlu orada da burada da aynı dedim kendi kendime…
Etrafta dolaşıp, yiyecek cazip birşey bulamayınca sahildeki gezimi noktalayıp, haritamdaki bir sonraki noktaya gitmek için San Francisco’nun simgesi olan Cable Car‘ın ilk durağına doğru yürüdüm.
Durağa geldiğimde muhteşem bir park beni bekliyordu. Golden Gate köprüsü manzaralı park Amerika’nın en meşhur çikolatacısı Ghirardelli‘nin fabrikasının da tam altındaydı. Biraz çikolata alıp, cable car’ın önündeki sıraya girdim. Az sonra yanıma gelen görevli ayakta gidip gidemeyeceğimi sorduğunda başıma geleceklerden habersiz, ‘giderim’ dedim. Görevli Taksim’deki nostaljik tramvaya benzeyen cable car’ın yanındaki basamağa çıkıp, direğe tutunmamı istediğinde epey şaşkın bakmış olmalıyım ki: ‘korkma çocuklar bile yapıyor bunu’ dedi. Kıymetli makinamı her ihtimale karşı sırt çantama kaldırıp, her ne kadar sıkı sıkı tutunmaktan çekemeyeceğimi bilsem de cep makinamı çıkarttım.
Tramvay harekete geçtiğinde en önde rüzgarı yırtarcasına gidiyor, zevkten kahkahalar atıyordum. Bir kaça dakika içinde makinamla fotoğraflar, videolar çekmeye başlamış, ayakta gitmeyi tercih ettiğim için kendimi tebrik ediyordum. Tabi her çıkılan yokuşun hızlı bir de inişi vardır. Eğlence parklarındaki roller coasterların biraz daha yavaş, trafik içinde gitmek gibi ekstra korku kaynağı olan tramvaydan zevk mi aldım, yoksa korktum mu inanın bilmiyorum.
Union Square durağında, tramvaydan indiğimde saçım başım birbirine girmiş, biraz üşümüş, biraz acıkmış ve çokça mutluydum. O an bu yazıyı yazıyor olsaydım: ‘Herhalde dünyanın en mutlu insanı benim’ diye başlardım satırlarıma. Biraz internet, biraz kahve, biraz dinlenmek, biraz da irademi sınamak maksadıyla daha önce de bahsettiğim kitapçı Borders‘a girdim. Haritamdan Çin mahallesinin girişini bulup, yürüyüş rotamı belirler belirlemez yola koyuldum.
Çin mahallesine doğru yürürken, çevredeki mağazaların vitrinlerine bakıp, bu kıyafetleri kimlerin giydiğini düşünüyordum. 1000 dolarlardan başlayan fiyatlarıyla Dior, Chanel, Armani ve bir sürü marka yanyana dizilmişlerdi. Birdenbire mağaza vitrini benim seveceğim bir hale büründü. Kek kalıpları, mikserler, tencereler, tavalarla göz göze geldim. Kapısına yaklaştığımda içeride diğer mağazalarda olmayan bir şey farkettim: müşteri. Williams-Sonama‘nın Union Square’deki mağazasının içinde iğne atsanız yere düşmeyecek gibiydi. Dışarıdan 4 katlı görünen binaya girdiğimde asma katlarla 6 katlık bir mutfak cennetine de adım atmıştım. Dolaşa dolaşa çıktığım bütün katları , ben daha önce bunları görmüştüm demeden dolaşarak indim. Borders’tan sonra irademi test ettiğim ikinci adres olmuş oldu. Uzun zamandır isteyip de bulamadığım bir kalıbı alıp, şu an almadığıma çok pişman olduğum kepçeyi yerine bırakarak yoluma devam ettim.
Çin mahallesinin kapısına geldiğimde, hava biraz serinlemiş, ben iyice yorulmuş, hatta çok da acıkmıştım. Daha önce eşimle içinden geçtiğimiz Çin mahallesi bu ruh haliyle biraz daha ürkütücü, biraz daha korkunç göründü gözüme. Bir kaç sokak yürüyüp gerisin geriye Union Square’e döndüm. Ne yesem diye çevreye bakınırken tam aradığım şey gözüme ilişti. Mayc’s binasının tam tepesindeki The Cheesecake Factory’e çıktığımda muhteşem bir manzara beni bekliyordu. Uzun uzun manzaranın ve tadını asla unutamayacağım peykekin keyfini çıkarttım.
Güneşi batırdığımda, hava iyice soğumuştu, yapmak istediklerimden geriye yalnızca iki şey kalmıştı. Bloomingdale’s deki dünyanın ilk dönen yürüyen merdivenini ya da dünyanın en zikzak sokağı Lombart‘ı görmek arasında karar vermeliydim. Lombart sokağının daha uzakta olması, güneşsiz çekeceğim fotoğrafların birşeye benzemeyecek olması, önceki gelişimde Coit kulesine giderken uzaktan da olsa görmüş olmam ve daha çok da yorgun hissetmem nedeniyle tren istasyonuna giden yolun üstündeki Bloomingdale’se doğru rotamı çevirdim. Epey süre nasıl dönerek çıktığını anlamaya çalıştıysam da anlamlı bir çözüm bulamadığım için vazgeçip saati yaklaşan trenime yetişmeye karar verdim.
Trene binerken nereye gideceğimi soran, beline kadar uzun, gri saçları olan, 65 yaşlarındaki kondüktör beni son durak olan San Jose’de uyandırdığında harekete geçtiğimizi farketmeyecek kadar derin uykudaydım. Rüyamda tele objektifimi götürmediğim için istediğim kadar güzel fotoğraflarını çekemediğimi düşündüğüm denizaslanlarının tele objektifle fotoğrafını çekip, Lombart sokağına doğru gitmek için tramvaya biniyordum. Elbette en önde ayakta gittiğimi söylememe gerek bile yok.
Eskiden bir dizi vardı The Street of Sanfancisco 🙂
O geldi aklıma.
Birisi en iyi bayan blogcular arasındaymış 🙂
http://www.eylos.com/2008/12/bayan-blogcular-en-iyileri/
Selamlar
Merhaba devletşah,
Newyork’u gördüm ama san fransiskoyuda görmüş kadar oldum sayende.Kalemine sağlık.
Yeni yuılınıda kutlar mutlu sağlıklı,huzurlu bir yıl dilerim.
Sevgilerimle*
merhaba.. ben de bır sure sf’de kalmıstım.. sımdı bunları okuyunca tekrar ordaymısım gıbı hıssettım.. ha bır de o cheesecake ı gormek ahh ahh agzım sulandı yıne:)
çok güzel bir organizasyon yapmışsınız,ayrıca detaylar hoşuma gitti,dolu dolu bir blog olmuş..
Gezinin tadını çıkarmana çok sevindim Devletşah. Hava da güzel görünüyor, pırıl pırıl. İyi ki gittin, iyi ki gezdin.
Amerika’dan buayın 10’nun da döndük San Diego’da kaldık vegas los angeles ve gemi ile Meksika’ya gittik. Programda SAN FRANSİSCO da vardı fakat zaman kalmadı ve san fransisco’yu göremedik.Ancak çok güzel hazırlanmış bu blog sayesinde gitmiş kadar olduk.Hazırlayanları tebrik ediyouz.
Hoşçakalın
Merhaba,
esim (Hakkı Ceylan) sizden hep bahsediyordu bugun sitenize bakma fırsatını buldum. 1999 yılında 6 ay kaldığım SF’ya video cekimleriniz sayeside tekrar gidip geldim. Lombart’ı goremediginizi anlıyorum. Benim sayfama gelirseniz bir fotografını gorebilirsiniz. SF’yu vidoe cekiminiz daha guclu bir anlatıma donusturmus.
Güzel bir özetle anlatılmış. Darısı başımıza : )