Sevin Bu İnsanları

Sevin Bu İnsanları

Yakutiye
Yazan: Prof. Dr.

Acı bir konu bu kadar zerafet içinde başka nasıl anlatılabilir?

….İlk gençlik rüyalarımın lezzetini çıkardığım bir şehir vardır. Bu şehre, Bin bir gece kitabından koparılıp getirilmiş büyük tabyaların altından açılan kapılarından girilirdi. İki bin metre yüksekliğinde bu şehirde insan elini göklere uzatsa, Zeus tarafından yukarıya çekileceğini zannederdi. Bu yüzdendir ki, orada ben, kaç gece kendimi yarı ilâh kudretinde hissettim.

Hele bulutsuz bahar akşamlarında, gurup saatlerinde batı cihetindeki dağlar, cismanîyetlerinin bütün sert unsurlarını kaybederler. Mukavvadan makasla kesilmiş gibi bir şekil oyunu vücuda getirirlerdi. Çıplak araziye, güneşin “ser-i maktu”ndan dökülen pembe kanın temaşasına doyulamazdı. “Gelibolu’da Gurup”un temaşasıyla gaşyolan muharrir, benim bu çocukluk, gençlik yılları şehrimde vali muavinliğine gitmemekle, gözlerini, tabiatın büyük renk ziyafetinden mahrum etti. Bu şehrin yalnız batı ciheti mi dağlarla çevrilidir? Cenupta uzun Palandöken kervanı, karlı başlarını mavi semanın altında uykuya çekmiştir. Doğuda, şimalde hep dağ vardır. Bu dağlar, bana bazen de, Titanların Zeus’la mücadele için tırmandıkları “cibâl” gibi görünmüştür. Mamafih, onları Faruk Nafiz’in:

Sarmış beni Mecnun diye zincir gibi dağlar

mısraı içinde de duyardım.

Aydınlık gecelerde, insan hafif bir rüzgârın, yıldızları saçlarına yüzüne dökeceğini vehmeder.

Karlar, şimal batısında Karasu’yun çizdiği şeritle kesilir tekrar başlar. Bu şehir, Erzurum’dur.

Altından tabaka tabaka devirler sökülür: Garen olur, Azzi olur, Erze olur, Erzenerrum olur. Nihayet bizim şehrimiz olur. Bu şehirde bütün Ortaçağ Müslüman – Türk âleminin zevki; Çifte Minareler’in, kümbetlerin, Yakutiye’nin “kâşi”lerini çevreleyen hendese içinde donmuştur. Orada iman, mertlik, sadakat, vefa teneffüs edilir. Babasının ruhunu “Plevne ufkunun kanlı mendili içinde koklayan Cenab” gibi, ben de Birinci Cihan Harbi’nde ihtiyat zabitliğini içinde geçiren babamdan Erzurum’da bir koku hissetmişimdir.

Orada insanlar, “Kitab-ı Dede Korkut” sayfalarından çıkıp caddelere dağılmış gibidir. Öylesine merttirler, öylesine cömerttirler, öylesine hayırhahtırlar. Bütün şehir bilhassa Bayburt’a doğru bütün bölge; giyinişiyle, yemek adlarıyla çeşitli zenaat kollarına ait küçük esnaf ıstılahlarıyla, efsaneleriyle, uzun havalı, alelekser hüznü diel getiren pilentif türküleriyle, evlenme, doğum, ad koyma merasimleriyle Oğuz boylarına ait canlı bir etnografya müzesi hükmündedir. Hâlâ kahvehanelerinde uzun kış geceleri, âşıklar toplanır. Hikâye söyler “müşaare”ye girişirler. Cezmi romanındaki Ferhad Ağa cirit oyununu burada görmeliydi.

Bu sabah İstanbul radyosu yeni bir zelzele haberi daha verdi: Varto’da sağlam kalan birkaç duvar varmış., onlar da yıkılmış: Erzurum’da bazı binaların duvarlarında yeniden çatlaklar peyda olmuş. İşitiyoruz ki, doğuda insanlar bulabilirse çadır altında oturuyorlar. Evet, belki de “hayat biraz daha hasar ister”; fakat eski Erzurum vilâyeti artık hasara tahammül edemez. Zelzelelerin, istilâların, Allahüekber dağında karlar altında kalan insanların, bizim ihmalimizin hasarı art arda binmiştir.

“Verin! Zavallılara vermek, kendi kendinizi tatmin etmektir. Sevin, bu insanları! O zaman hem verecek, hem onların yanı başlarında, o topraklar üzerinde, vazife alacaksınız!”

Görüyoruz, okuyoruz, halkın hamiyet duyguları galeyana gelmiştir: Her tarafta yardım sandıkları açılmıştır; paralar toplanıyor. Yurtta bir merhamet dalgası kabarıyor: Zavallılara yardım!.. Hayır!.. Oğlunun “bu köhne izbeye henüz dün misafir olduğu” 1310 zelzelesindeki şair gibi “Verin! Zavallılara vermek, kendi kendinizi tatmin etmektir. Sevin, bu insanları! O zaman hem verecek, hem onların yanı başlarında, o topraklar üzerinde, vazife alacaksınız!”

Kalıcı bağlantı

Related Posts

One Response to Sevin Bu İnsanları
  • ali sorba

    kitaptaki uslüp cok güzüel ve eskileri anımsatıyor

Yorum yapın

YORUMU GÖNDER