iki Denizin Buluştuğu Yer
Hayır gibi görünenler şeyler şer, şer gibi görünenler hayır olabilir. Bunu ancak takdir-i ilahi bilir.
Hz. Musa (a.s) kendi zamanında Allah’ım seni benim kadar çok bilen biri var mı, diye sorması ve Yüce Allah’tan kendisine iki denizin buluştuğu yerde ilahi bir rehber ile buluşmasının emredilişi beyanındadır.
Bir vakitler Hz. Musa, iki denizin buluştuğu yere kadar gideceğim -hatta gerekirse- senelerce gidecek ve bana Allah ilmini öğretecek o kâmili buluncaya kadar da durmayacağım” diye ahdetti.
İki denizin buluştuğu yer neresiydi? dediler ki Musa bütün ilimlerin sahibiydi, o zahir ilminin içine dalmış ve adeta derya kesilmişti. Ancak bir ilim vardı ki, ona ilm-i ledün denirdi. Kalplerin, batınların, hakikatlerin ilmiydi. Hızır(a.s) ise batın ilminin derinliklerine dalmış, o ilmin deryası olmuştu. Hz. Musa işte bu batın ilminin talibiydi. İki denizin buluştuğu yer, Hızır ile Musa’nın buluştuğu yerdi.
Hz. Musa, vaad edilen mevkide Hızır (a.s) ile buluştu ve ona dedi ki:
“Sana öğretilen hakikat ilmine müştakım. Batın ilmini bana öğretmen için senin peşin sıra gelmek isterim. Müsaaden var mıdır?”
Hızır Hz. Musa’nın bütün işlerini aklın kanunun çizdiği sınırlar içerisinde üzere yapmayı adet edindiğini ve gönül ilminin kendine has hallerinin ona zor geleceğini düşünerek, bir öğretmen şefkatiyle: “Sen benimle beraberliğe sabredemez, yaptığım işleri görmeye dayanamazsın” dedi.
Hz. Musa Allah’ın peygamberiydi, sabırlıydı, inançlıydı.
“Eğer Allah izin verirse” dedi beni “sabredenlerden bulacaksın. Sana hiç itiraz etmeyecek ve karışmayacağım. Sen işlerin iç yüzünü anlatıncaya kadar, sana hiç bir şey sormayacağım.”
Hızır ile Musa birlikte yürümeye başladılar. Hızır bir mürşid olarak anlatıyor, Musa kemal-i edep ve hayretle dinliyordu. Bir gemiye bindiler. Sohbetin orta yerinde Hızır, elindeki bir cisimle geminin orta yerine büyükçe bir delik açtı. Bunun üzerine gemi yavaş yavaş su almaya başladı. Belki bu delik, o gemiyi batırmazdı ama ne kadar olsa yalpalamaya başlamıştı. Durumu öğrenen kaptan ve mürettabat, el birliği içinde gemiyi doğrultarak en yakın limana kendilerini dar attılar, canlarını da mallarını da zor kurtardılar. Bütün bu karışıklığa neyin sebep olduğunu bilen Musa, duruma daha fazla dayanamayarak ve ilk defa Hızır (a.s)’a
İtiraz etti.
“Doğrusu” dedi. “Yaptığın işi aklım almıyor. Bu yaptığın kitaba ve sünnete uymuyor. Sen insanlara eziyet etmek, canlarını tehlikeye atmak mı istiyorsun?” diye merakla sordu.
Hızır bu itirazın geleceğini biliyor ve bekliyor gibiydi. Derhal Musa (a.s)’a dönerek kendisine olan vaadini hatırlattı:
“Ben sana yaptığım işlere dayanamazsın, benimle olmaya sabredemezsin, demedim mi?” İşlerin hakikatini görmek kolay değildi.
Musa bu yanlışı için unutkanlığını ileri sürdü:
“Unuttuğum ya da unutturulduğum şey için beni azarlama. Zira unutmak insanın elinde olan bir şey değildir” diyerek hocasının affına sığındı.
Hızır (a.s) merhametliydi. Hadi bakalım, öyle olsun dercesine başını sallayarak yola devam etti.
Bir süre daha yola devam ettiler. Musa soruyor, Hızır anlatıyordu. Derken yolda bir erkek çocuğuna rastladılar, bu çocuk dünya tatlısı pek sevimli bir yavrucaktı. Hızır, masumiyet ve temizliğin sembolü gibi duran bu çocuğun oracıkta canına kıyıverdi. Işte o anda Musa ne olduğunu, neye uğradığını şaşırdı. Doğrusu bunu hiç beklemiyordu. Hayret ve dehşet içinde sordu:
“Sen saf ve temiz bir cana kıydın. O hiç kimsenin kanına girmemiş, tertemiz bir masumdu. Bu kötülüğü niçin yaptın?” diyerek itiraz da bulundu.
Bu ikinci itirazıydı. Hızır (a.s) mütebessim bir ifade ile Musa’ya dönerek, aynı vaadi hatırlattı:
“Ben sana benimle yolculuk zordur, dayanamazsın, işlerin hakikati gizlidir, göremezsin dememiş miydim?” diye cevap verdi.
Musa birden kendine gelerek vaadini ve uyarıldığı şeyi hatırladı. İşlerin zahirine bakıyor ona göre hüküm veriyordu. Halbuki bu halk nazarında belki doğru olsa da, herşeyin batını olan Allah indinde eksik bir hükümdü. Ancak bilmediğini öğrenmeye kararlı olan Musa, Hızır’dan özür dileyerek:
“Haklısın” dedi. “Artık sana karşı bir bahanem kalmamış bulunuyor. İtiraz etmeyeceğime söz veriyorum, ama olur da yine aynı hataya düşersem bundan sonra yollarımızı ayırırız. Seni daha fazla yormam” diyerek hocasından izin aldı.
Ve birlikte yol almaya devam ettiler.
Bir süre sonra bir kasabaya eriştiler ki bu kasaba halkı kaba saba insanlardan oluşuyordu. Misafir hukuku bir yana insanlık da bilmiyorlardı. Çar naçar kasabayı terkedecekleri bir sırada Hızır bu kasabanın içinde yıkılmak üzere olan bir duvar gördü. Dönüp o duvarı tamir etti, sapasağlam yaptı. İşini bitirip Musa (a.s)’a döndüğünde, talebesini düşünceli ve biraz da öfkeli buldu. Musa şaşkındı bir müddet yol aldıktan sonra dayanamayarak:
“Dileseydin” dedi “Bu yaptığın işe karşılık bir ücret alırdın”
O zaman Hızır (a.s) “Artık bu son oldu” dedi. Biliyorsun, itirazın üçü bulduğunda yollarımızı ayıracaktık. Ancak gel yanıma da ayrılmadan önce sana işlerin iç yüzünü anlatayım” dedi, bir bir hakikatleri söylemeye başladı.
Gemi meselesine çok kızmış, haksızlık yaptığımı düşünmüştün ama işin hakikati şöyleydi: Gemi denizde çalışan kendi halinde yoksul denizcilere aitti. Az ilerde de sağlam gemileri ele geçirerek yağmalayan bir kral vardı. Eğer bu sağlam gemiyi görürlerse, sahiplerini öldürecek, gemiye ve mala el koyacaklardı.
O sevimli çocuğa gelince, o da şimdi şirin olmakla beraber ilerde büyük kötülüklere sebep olacaktı. Anası babası inanmış kimseler iken, bu çocuk büyüyünce ana-babasını azdırıp yoldan çıkaracaktı. Bu çocuğun canı günaha girmeden Hakk’a kavuşurken, ana babasının imanı da muhafaza oldu. Allah’ın ilerde kendilerine hayırlı bir evlat vereceğine inanıyor ve dua ediyorum.
Son olarak o duvarı tamir etmeme gelince, o işin hakikati de şudur: Bu duvar iki yetim çocuğa aitti. Duvarın altında ise onlar için saklanmış bir define vardı. Eğer o duvar yıkılsa, o define ortaya çıkacak ve çocuklar aileleri tarafından kendilerine bırakılmış bu nimetten mahrum kalacaklardı. O duvarı tamir ettim, çünkü çocukların o defineyi yaşları kemale erince kendilerinin bulmasını istedim. İnşallah da vakti gelince, o nimete erişsinler diye dua ediyorum, dedi.
İşte ey Musa, ey benim canım talebem bil ki yaptıklarım da nefsimin bir arzusu yoktur. Ben Allah’ımın emrini yerine getirdim, yaptığım işte kendi tasarrum yoktur buyurdu.
Link
Tasavvufi izahı için buraya bakabilirsiniz.
hararetle uyandığım bu sabahta, nasıl olurlar zihnimi bulandırırken beni rahatlatan bir paylaşım oldu.Teşekkürler
Olanlari hala hazmedememisken, farkli bir açidan dusunmeye yönelttiniz beni. Gercekten cok iyi geldi. Tesekkurler…
İstemesemde bir ümitsizlik beni esir almışken çok iyi geldi bu yazı.Teşekkürler…Aysel G.
Ohhh, çok şükür! Önce ne demek istediğini anlamadım ama birden şimşek çaktı.İçimizi ferahlatacak şeyleri bulmaya ne kadar da çok ihtiyacımız vardı. Sevgili Devletşah çok ama çook teşekkürler. Ne yapalım bizler de sabredeceğiz demek ki…
hayalkırıklığınıza üzüldüm ama yapacak bir şey yok biz namaz kılanlar ellerimiz hep semadaydı size ALİ İMRAN suresi 54. ayeti okumanızı öneririm yinede hepinize selamlar
Buraya cevap yazmıştım ama problemden gitmemiş. Benim namza kılıp kılmadığımı nereden biliyorsunuz diye sormuştum? Ben sizin kılıp kılmadığınızı bilmediğim gibi siz de benim bilemezsiniz.
noldu devlet hanım işte siz bu kadar tahammül sahibisiniz hakaret etmedim ama siz yayınlamadınız neyse önemli olan sizin okumanız ben de sizin gibi ufak yapıdayım ama cesaretim had safhada selam diyeyim geçeyim
Tekrar merhaba;
Bütün yorumlar kontrolden geçip yayınlanıyor. Günün 24 saati bilgisayar başında yorum onaylayarak geçiremem. Yapacak bir sürü işim var. Yorum yazmanın cesurlukla ne ilgisi var onu hiç anlayamadım ama ne iyi cesurmuşsunuz.
Allah’ım sen affet. Kafamda ki bin bir sorunun ne kadar da boş olduğunu anladım. İçim ferahladı. Paylaşımınız çok güzel, Allah sizden razı olsun.