Çamurda yürüyüş
Üniversite yıllarında kitap fuarlarında kitapçılık yaptığım günleri saymazsak ilk işime yüksek lisans derslerimle beraber başladım.
4 Ocak 1999 pazartesi sabahı evime yürüyerek 5 dakika mesafedeki ilk işime babam tarafından arabayla bırakıldım. Kalbim küt küt atıyordu. Babam yolda bir iki şey söyledi ama ne dedi bilmiyorum.
Türkiye’nin sayılı inşaat firmalarından birisinin, yine büyük projelerinden birisinde kontrol mühendisi olarak işe başlamıştım. O sabah iş hayatına dair bilmediğim o kadar çok şey vardı ki… Mesela ilkokul mezunu çaycı Hasan abinin ve yine ilkokul mezunu aşçı Ayşe ablanın maaşlarının yarısından çok daha azını maaş diye aldığımı öğrendiğimde şoka girmiştim.
Topu topu 4 bayanın çalıştığı şantiye binasına 5. olarak katılmıştım. Melek hanım ve Nergül hanım beni hemen kızlarıymışım gibi sevip kanatlarının altına aldı. Hakedişlerden, proje çizimlerine herşeyi anlattılar diyebilirim. Kara kış soğuğunda şantiye binasından proje alanına gitmeme izin vermedikleri için, gizliden gizliye kızdığımı hatırlıyorum.
Onların toplantıda olduğu bir sabah proje alanına inen birisinin peşine takıldığımda takvim 19 şubat’ı gösteriyordu. Hava dondurucu derecede soğuktu.
Müteahit firmadan şantiyeye girmeden 36 numaralık ayağıma 40 numara sarı bir çizme verdiler. Beraber gittiğim arkadaşım, ‘ben nereye basarsam sen de oraya bas yoksa çamura saplanırsın’ diye beni uyardı. Yavaş yavaş ilerledik. Diz kapağıma kadar yükselen çamurlara bata çıka yürürken bir yandan da atıksu boru hattının geçeceği çukurlara bakıyorduk. Konuşulanların hiçbiri okulda okuduğumuz dilden değildi. Çukur kazan işçilerle, yüksek lisans yapan mühendislerin arazi diliydi. Ben bu dile adapte olmaya çalışırken, ayaklarıma doğru bir serinlik hissi yayılmaya başladı. Çizmenin tepesinden çamur yavaş yavaş içeriye doluyordu. Ayağımı kaldırıp, daha sığ bir yere gitmek istedim ama ı-ıh… Kıpırdayamıyordum. Gerek çizmelerime dolan çamurun ağırlığından gerekse çamurun yapışkanlığından oraya saplanmıştım. Benden 5-6 metre uzaklaşmış olan arkadaşıma seslendim. Arkadaşım kahkahayı kopardı. Müteahit firmanın ustabaşılarından birisi gelip beni koltukaltlarımdan tutup havaya kaldırdı. Çizmeler çamurun içinde kalmıştı. Çoraplarımdan çamur damlıyordu… Beni o şekilde arabaya kadar taşıdı. Yüzüm güzüm her yerim çamur içindeydi. Araba beni evin kapısında bıraktığında gözyaşlarım yanaklarımda ılık ılık yuvarlanıyordu.
Sanıyorsunuz ki ilk işime takip eden günlerde veda ettim… Hayır. Şantiye kapanıncaya kadar iki yıl daha orada çamurlara bata çıka, soğukta donup, sıcakta kavrularak, Hasan abiden ve Ayşe abladan çok daha az maaşa çalışmaya devam ettim. Bir daha hiç o sektörde çalışmadım ama bana kazandırdığı tecrübe sektörden çok daha öte birşeydi.
*Çok ilginçtir ki hiç ama hiç fotoğrafım yokmuş orada çekilmiş.
** Fotoğraf Franck Berthelet‘e ait.
İnsan bazen sadece tecrübe ediniyor değil mi?