Bozcaada'da Son Gün
Bozcaadadaki 2. sabahımız güneş doğmadan önce başladı. Işığın en güzel olduğu saatlerde fotoğraf çekme hevesiyle yollara düştük. Bağlara gitmek için yollarda olan adanın yerlilerinin şaşkın bakışları arasında güneşin Ege sularından yükselişini seyrettik. İnsanların ortalıklarda olmadığı o saatlerde tavşanlar, sincaplarla karşılaştık.
Gün doğup, hava iyice aydınlandığında açlığımız iyice hissedilir olmuştu. Sabah serinliğinde üşüyen vücutlarımızı ısıtan, önce gözümüzü sonra midemizi doyuran kahvaltı soframız biz fotoğraf maceramızdan döndüğümüzde hazırdı. Kahvaltımız sırasında tüm adadaki hoparlörlerden meydanda yapılacak 30 Ağustos kutlamalarının saati anons ediliyordu. Yıllardır 30 Ağustos kutlaması görmemiş olduğumuz için törene gitmeye karar verdik.
Meydana gittiğimizde askerler dizilmişler idari erkanı bekliyorlardı. Az sonra belediye başkanı ve kaymakamın gelmesiyle tören başladı. İstanbul’da görmeye alışık olmadığımız ama okullarda İstiklal Marşı okunurken yapılması gerekenler listesinde yer alan birşeyin yapıldığını fark edince içimi garip bir his kapladı. Biz istiklal marşını söylerken adaya yanaşan vapurdan inen arabaların şöförleri yolun ortasında durup, araçlarından inip marşı söylemeye başladılar. Seramoni bittiğinde de tekrar yollarına devam ettiler. Sonra gereksiz uzunlukta birkaç konuşma yapıldı. Biz ilkinden sonra dayanamayıp tören alanından uzaklaştık.
Aslında pek de uzaklara gitmedik, alanın arka tarafındaki Çınaraltı kahvesine geçtik. Gitmeden önce methini duyduğumuz sakızlı Türk Kahvesini yudumlarken öğleden sonra için program yaptık.
Sabahın yorgunluğunu üzerimizden atan istirahatimizin ardından yanımıza kitaplarımızı, adanın hoş kokulu siyah üzümlerini ve fotoğraf makinalarımızı alarak orta kısımlardaki ormanlara yöneldik. Çam ağaçları altında kah sohbet ederek, kah kitap okuyarak dinlendirici saatler geçirdik.
Güneşin batmasına yakın soluğu rüzgar güllerinin yanında aldık. Sanki bütün ada oraya taşınmıştı. Ellerinde şarap şişeleriyle akın akın insanlar adanın batı ucuna akıyordu. Kendimize güzel bir yer seçtikten sonra akşamın, gün batımının tadını çıkarttık. Güneşin denize kavuştuğu, pembe kırmızı dakikalar bence adada geçirdiğimiz en güzel anlardı.
Hem İpek‘in hem de pansiyon sahibimiz Özcan hanımın tavsiyesi üzerine yer ayırttığımız bağların içerisindeki Karadut restauranta yollandık. Adanın her yerini tepeden gören Karadut’ta yine tavsiye edildiği üzere tandır yemeği tercih ettik. Açıkçası büyük hayal kırıklığı yaşadık. Pişmekten sertleşmiş etler, saatler öncesinden kızartılmış patatesler malesef hoş değildi.
Merkeze döndüğümüzde, etrafta biraz daha tur atıp, hem gelincik suyu içmek için, hem de ada hakkındaki detaylı siteyi hazırlayanlara teşekkür etmek için Ada Cafe‘ye uğradık. Beğenmediğimiz tandırın tadını ağzımızdan silmek maksadıyla sakızlı muhallebi siparişi de verdik. Bir gün önce Salkım’da yediğimiz sakızlı muhallebi kesinlikle çok daha güzeldi. Ancak yıllar sonra içtiğim gelincik suyu beni o kadar farklı alemlere götürdü ki, muhallebinin tadı çok önemsiz kaldı. Odamıza yollanmadan önce İstanbul’a getirmek üzere bir şişe gelincik suyu almayı ihmal etmedik.
Fotoğraflar harika , şu anda yaz olmasını ve benimde Bozcaada’da olmamı istedim
1980 – 1990 yılları arasında Bozcaada görev sebebiyle oldukça sık gittiğim yerlerden biriydi. O yıllardan sonra bir daha gitmek kısmet olmadı ; Ancak fotograflardan anladığım kadarıyla mimari açıdan oldukça modernleşmiş bir durumda. Yani geçmiş yıllardaki egzotik havası kaybolmuşa benziyor. Şimdi her halde sayılamayacak kadar konaklama yeri vardır. O yıllarda kalınabilecek nitelikte bir oteli bile yoktu. Gittiğimizde pansiyonlarda kalrdık. Devletşah Hanım’ a iyi tatiller diliyorum…
Evet fotoğraflar çok güzel.
Devletşah’ın vakti azaldı galiba, bir hayli fotoğraf birikmiş olmalı, hasretle bekliyoruz. Hatırladığıma göre vaadi var.
Gezi anlatımlarınız çok hoş. Teşekkürler.
çok guzel görünüyor, hiç gitmedim
kaleminize sağlık
ben ayazma plajına ölürüm,artık antalyada yasıyorum ama bozcaada ve ataol ciftliginin zeytiyaglıları ,aksam balık cesitleri hala agzımı sulandıracak kadar canlı anılar…. ve tabi domates receli.domatesin de receli olurmuymus demeyin ben dedim sonrada dayanamayıp merakımdan tadına baktım ve iyiki de bakmısım ben cok begendim…deneyin..