Baba Ramo
Mabette Bir Gece kitabından…
Ramo Erzurumlu bir ihtiyardır. Ãç kedisinden baÅka kimsesi de yoktur. Memleketinden çıktıÄı zaman güçlü kuvvetli bir delikanlı idi. Fakat seneler, o sessiz sedâsız gidip gelen seneler, bu gencin de kuvveti çerhini aÅındırdı. Kâh hammalık kâh rençberlik eden Ramo, günün birinde büyük bir hastalıÄa tutuldu. HastalıÄı sürüp gittiÄi müddetçe tek kederi, diÅinden tırnaÄından arttırıp yattıÄı kerevetin altına sakladıÄı birkaç parasının bitip, kedilerine ciÄer, iÅkembe alamaması korkusu idi. Kendi sütünü ihmal ettiÄi günler oldu; fakat ne yapıp yaptı hayvancıklarını nafakasız bırakmadı. Ãç ay süren hastalıÄı, hem vücûdunu, hem de paracıklarını eritmiÅti. Ä°yileÅip de yere bastıÄı zaman, artık ne aÄır balyaları top gibi kaldıran kollarında, ne de o her yüke tahammül eden bel kemiÄinde bu zorlu iÅlere tekrar baÅlamak kudreti kalmamıŠolduÄunu anladı. En aÄır eÅyâların altında titremeden yürüyen dizleri, Åimdi Åu zayıf vücûdunu taÅırken bile kıvrılacak, kırılacak gibi sallanıyordu. Ramo, ihtiyarladıÄının pek farkında deÄildi. Yiyip içip kuvvetlenmek, tekrar iÅe baÅlamak, üç kedisini yedirip içirmek istiyordu. Bu gayretle yerinden kalktı, odanın bir köÅesinde, ölen karısının bekâr çamaÅırı yıkadıÄı zamandan kalma kazanı karıÅtırdıÄı kalın bir sopa dururdu. Ramo, kendi kendine bile îzah etmediÄi bir hissin zorlamasıyla senelerden beri saklamıŠolduÄu bu deÄneÄi alarak sokaÄa çıktı. Ramo, hasta yattıÄı kadar traÅ da olamamıÅtı. Bin zorlukla, deÄneÄine dayana dayana kahveye kadar gitti. Yolda onun güçlükle yürüdüÄünü gören delikanlılar: âBaba, yürüyemeyeceksen koluna girelimâ diyorlar, bir zamanlar bir insandan daha aÄır yükleri kaldıran Ramoâya, Åimdi taÅımakta zorluk çektiÄi kendi vücûdunu taÅımak için yardım teklif ediyorlardı. Ramoâya, bu teklifteki hazin mânâdan ziyâde, delikanlıların ona âbabaâ diye hitap etmeleri acı geldi. Halbuki o, günün birinde tekrar kuvvetleneceÄini ümit ediyordu. Ama hakîkaten ihtiyarlamıÅsa, iÅte bunun çâresi yoktu. Demek ihtiyarlamıÅtı ki ona âbabaâ diyorlardı. Bir sucu dükkânının önünden geçerken durdu; kapının yanındaki çilli bozuk aynada uzun uzun kendine baktı ve bütün zorluÄuna, acılıÄına raÄmen delikanlılara hak verdi. Evet ihtiyarlamıÅtı. Zâten o, çoktan ihti-yarlar sırasında idi; ama o kadar güçlü kuvvetli bir adamdı ki Åimdiye kadar ne kendisi ne de bir baÅkası ona bu sıfatı kondurmamıÅtı. Artık hamallık ondan geçmiÅti; sokaÄa ikinci çıkıÅında, aÄır yükleri taÅırken sırtına koyduÄu arkalıÄını sattı. Maksadı beÅ on para yapıp hafif bir iÅ tutmaktı. Ãyle ya, Hamal Ramo ihtiyarladı diye ne kedilerine ne de kendisine bedâve ekmek yedirecek deÄillerdi ya… Karar vermiÅti, ayakkabı boyacılıÄı yapacaktı. Fakat bir kutu bulabilmek için daha Åunu bunu satması lâzımdı. Bu müÅkülü, belki de ölen karısının sandıÄı hâlledebilirdi. Ramo içi ezilerek kapaÄı kaldırdı. Bu sandıÄın en kıymetli eÅyâsı bir bez gömlekle üç çift yün çoraptı. KadıncaÄızın kendi eliyle ördüÄü üç çift yün çorap… Ramo bunları evirdi çevirdi, bir türlü satmaya kıyamıyordu. Fakat baÅka çâre olmadıÄını düÅünerek koltuÄuna sıkıÅtırdı, sokaÄa çıktı ve hepsini de yok bahâsına sattı. Bâri bu tertemiz cânım Åeylerin getirdiÄi para bir boya kutusuna yetiÅseydi… Fakat ne gezer? Gene de bir kaç lira borçlandı. Artık Hamal Ramo, Boyacı Baba Ramo olmuÅtu. Ãoluk çocuk herkesin kendisine Baba Ramo demesinden zevk bile alıyordu. HastalıÄından beri sakalını da kesmemiÅti. Ne olacak, mâdemki artık ihtiyardı, bir de traÅ masrafına ne lüzum vardı? Bâzı bâzı bu kır sakallar pek uzadıÄı zaman, odasının tek penceresinin arkasına bir mukavva parçası koyarak camı ay-nalaÅtırır ve karısının hâlâ lâvanta çiçeÄi kokan sandıÄını açarak makasını çıkarır ve gür sakallarını biraz kısaltırdı. Güler yüzlü Baba Ramo bu yeni iÅine de alıÅmıÅtı. Birkaç para kazanıp pekâlâ yaÅıyordu. Fakat bu az kazancı ile kendinden ve kedilerinden arttırıp kerevet altındaki çıkına bir Åeyler koyamıyordu. O, eriyip bitmiÅti. Her gün ne kazanırsa onu yiyorlardı. Böyle, düzgün ve birbirine benzeyen günlerden bir gün, Baba Ramo tekrar hastalandı. Lâkin bu seferki hastalıÄı ötekine hiç benzemiyordu. BacaÄında büyük, simsiyah bir çıban çıkmıÅ, üç günün içinde bütün bacaÄı kararmıÅtı. Asıl iÅin fenâ tarafı, kaç tâne hastahâne hekimi, belediyede kaç doktor varsa, hepsi de artık bu bacaÄın iÅe yaramayacaÄını, Åâyet kesilmezse karalıÄın bütün vücûduna yayılıp öleceÄini söylemeleri idi. Halbuki Baba Ramo ölmek istemiyordu. Onu hayâta baÄlayan kuvvetli bir sebep vardı: Kedileri! Å?âyet ölürse bu iyi alıÅmıÅ, iyi görmüŠhayvanlara kim bakardı? Hepsinin de kendi yattıÄı yataktan daha yumuÅak, daha temiz Åiltecikleri gene tertemiz yemek kapları vardı. Å?âyet ölürse onlara kim bakacak, akÅamları kim ciÄer getirecekti? Hatta hayvanları ga-rip bırakmamak için hastahâneye bile gidip yatamıyordu. Baba Ramo, mor ve korkunç bir renk almıŠolan ÅiÅ bacaÄını açmıŠbakıyor, fakat bu, gün günden fenâlaÅan hastalıÄını deÄil, kedilerinin âkıbetini düÅü-nüyordu. Onlar ise, her biri kendi köÅesinde, az evvel yedikleri ciÄerin tokluÄu ile kıvrılmıŠuyuyorlardı. Her nefes aldıkça yükselen ÅiÅ karınları balon gibi yusyuvarlaktı. Baba Ramoânun en çok sevdiÄi Åu ortada yatan Bahtiyar, birdenbire sanki bir fâre sesi duymuÅ gibi yerinden fırladı. Bir an, parlak tüylerini kabartan bir vahÅetle etrâfına bakındı ve avına saldırdıÄı anların zevkiyle ok gibi hasta sâhibine doÄru atılarak iÄrenç mazarasıyla uzanmıŠyatan bacaÄın yarasına bir pençe vurdu. Baba Ramo düÅmüŠbayılmıÅ, Bahtiyar da patlayan yaranın cerâhatlerini yalamaya baÅlamıÅtı. Bir hafta sonra Baba Ramo boya kutusu omuzun-da, ayaÄı aksamadan, ıztırap duymadan, geldi, her zaman müÅterilerini beklediÄi sokaÄın köÅesine oturdu. BacaÄı kesilecek diye, herkesin esefle, hüzünle bekleÅtikleri ihtiyarcık, hatta sopasına bile dayanmadan yürümüŠgelmiÅti. Ä°Åin iç yüzünü bu top sakallı, güleryüzlü ihtiyardan dinlemek isteyen meraklılar hatta âenteresan vakâaâ diyen ge
nçler ve okumuÅlar da vardı. Fakat iÅin iç yüzünü bildiÄini zannettikleri ihtiyarcık, hayâtın vukūâtı arasındaki, hilkat sırlarını nereden bilebilirdi? Münevverlerin bile âtesâdüf veyahut enteresan hâdiseâ diye îzah ettikleri bu çeÅit oluÅların iç yüzünü görmek sanki kolay mıydı? Her varlı-Äın hatta her zerrenin Allâhâın askeri olduÄunu ve hâdisâtı tertip eden gizli elin bu askerlere kumanda veren büyük kuvvet olduÄunu, dünyâda kaç kiÅi biliyordu ki Boyacı Ramo bilebilsin? Ä°Åte o kuvvet, fennî müdâhalelerin, beÅerî tedbirlerin âciz kaldıÄı bir vakâaya, küçük bir kedisini, ihtiyarın kendi nafakasına iÅtirak ettirdiÄi bir mahlûku vâsıta etmiÅti. Fakat Baba Ramoânun iptidâî ve kısa görüÅü, onun için bu hâdiseyi her önüne gelene kendi zâviye-sinden geçirerek anlatıyordu. Ä°Åte öyle beÄim… Kesilecek bacaÄıma umutsuz umutsuz bakarken, birdenbire kedi yerinden kalktı; üstüme öyle bir geliÅ geldi ki, hayvanı kudurmuÅ sandım. Yarama pençesini vurduÄunu hatırlıyorum, acıdan düÅmüŠbayılmıÅım, Kendime geldiÄim zaman bacaÄımın ÅiÅi sönmüÅ, kedi de hâlâ yanımda yüzüme bakıyordu. Bir hafta içinde gün günden iyileÅtim, ne yaram kaldı ne aÄrım… Tevekkeli iyilik yap da denize at dememiÅler…
Devletşah hanım,bir kedi blogu sahibi olarak,hikayeyi ağlayarak okuduğumu söylemeliyim.
Teşekkür ederim.