Çivit mavisine ne oldu?

Çivit mavisine ne oldu?

Yazan: Haşmet Babaoğlu

Fotoğraf Flickr'dan Jazza j'ye aittir.

Bir kez bile şampanya tatmamış, hatta hayatında uzaktan da olsa bu içkiyi kadeh içinde görmemiş yüz binlerce kişinin, evine boya badana yaptınrken kataloga bakıp gayet rahat biçimde “tamam, karar verdim, duvarlarımız şampanya olsun” deyişine hiç kafanız takılmadı mı?

Çok sıradan mı buluyorsunuz bu durumu?

Belki sıradan ama hiç “normal” değil!

Geçen gün Aksiyon’daki enfes yazısında Ahmet Turan Alkan şöyle diyordu:

“Bayrak kırmızısının adı ‘macenta’ oldu; açık eflatun ‘lila’; sarıya çalan açık kiremite ‘somon’ diyoruz. Boya kataloglarındaki renk isimlerinin çoğu artık bize ait değildir. Ressamlar, sanatçılar artık Alizarin kırmızısı’ndan, ‘Prusya mavisi’nden, ‘Hint sarısı’ndan, Kadmiyum yeşili’nden, Titanyum beyazı’ndan bahsediyorlar. Å?üphesiz doğru rengi kasdetmek için evrensel kodlamaları tercih etmek pratik bir tutum ama bu pratiklere itaat ettikçe, çevremizdeki dünya, bizlerin içinde emaneten yaşadığı bir iklim haline geliyor; bize dair özellikleri siliniyor ve kendimizi yabancılaşmış hissediyoruz.”

Alkan’ın söylediklerine beynim ve yüreğimle katılıyorum da, son cümlesindeki bir noktaya itirazım var.

Bana kalırsa, kimse kendini pek “yabancılaşmış” falan hissetmiyor.

Kültürel iklim değişiyor, “dil içi dünya” değişiyor, dilimizin altındaki “toprak” kayıyor. Ama farkında olunduğundan da, umursandığından da emin değilim.

Asıl buralara dikkat etmek gerekirken, tersine, hayli hoyrat bir üslupla dilbilgisi (gramer) ve imla (yazım kuralları) polisliği yapılıyor.

* * *

“Dil içi dünya”, daha doğrusu “dil içi dünya görüşü” denilen şey ne peki?

Yazılarmda sık sık dile getirdiğim bu dilbilimsel kavramın (bu noktada Prof. Dr. özcan Başkan’ın çalışmalarını saygıyla anmak isterim) kabaca anlamı şu: Sıfat ve adlar o dili kullananların dünyaya nasıl baktığını, dünyayı nasıl kavradığını ortaya koyar.

Mesela Amerikan yerlilerinin Batılıların “sarı” deyip geçtikleri renk frekansına yaklaşık yüz farklı ad koyması basıt bir kültürel zenginlik, bir çeşni değildir. Tam tersine, her renk adı, yerlilerin üretim biçimlerine, ürettikleri yiyecek ve eşyaların dünyasına somut bir vurgu yapar. Ama o kadar da değildir. Onlarca farklı ‘sarı’nın her biri inançlara ve toplumsal hayallere bir göndermedir…

Unutulmamalı ki adların ve kavramların bir tarihi, coğrafyası ve kültürel iklimi vardır.

Mesela ‘kale’ ve ‘şato’ dışardan bakınca birbirine benzeyebilir. Ama bunların birbirinin yerine kullanılmasına tarih, sosyoloji ve coğrafya isyan eder.

Doğrusu, aklı başında ve dilini, kültürünü seven insanlar da bu savrukluğa, “dildeki toprak kayması”na isyan etmelidir.

* * *

Dönelim yine bizim renklere…

Çivit arük kullanılmıyor, diye “çivit mavisi” de ortadan kalkmalı mıydı?

Ben “çivit mavisi” diye yazarken ayrı bir haz duyuyorum ama fark ettim ki, bazı genç okurlanm bunu bir tür “egzotizm” olarak değerlendirmeye başlamış.

Ya tirşe?

Yani yeşille mavinin ayırt edilmesi zor ve yosunsu birlikteliği…

Bu adı, bu rengi bilen kaç kişi kaldı?

Basit değil!

Bütün bir tarih ve kültür yavaş yavaş dilimizin, Türkçenin içinden çekilmeye başladı. Daha düne kadar yemyeşil olan bir dalın kurumaya terk edilmesi gibi…

Link
Kalıcı bağlantı

Related Posts

8 Responses to Çivit mavisine ne oldu?
  • Müge

    Haşmet Babaoğlu okumaktan çok keyif aldığım bir yazar, bu yazısıda müthişmiş, ne kadar da doğru şeyler söylemiş.
    Paylaşımın için çok teşekkürler Devletşah…

  • nesrin turan

    Devletşah hanım hislerime tercüman olan bir yazıyı yayınlamışsınız. Ne oldu bize, bizim dilimize, akşam güneşi, kavuniçi, mercan kırmızısı, menekşe rengine daha niceleri unutuldu birer birer hafızalardan silinip gidiyor.

  • Melike Türkan Bağlı

    Dille ilgili olarak, farkında olduğumuz problemlerin (bir kavramın Türkçesi varken yabancı diledeki karşılığını kullanmak vb.) değil, farkında olmadıklarımızın önemli olduğunu düşünüyorum. Burada yazılan da belki fazla farkında olmadığımız problemlerden. Tarih ve kültürün dilimizin içinden çekilmeye başlaması, ayaklarımızın altındaki toprağın kayıp gitmesi kadar ciddi bir mesele.

  • Oya Kayacan

    Sevgili Devletşah, yazıda yanlış da var doğru da. Hint sarısına Hint sarısından başka tabir bulsunlar o zaman… Kaz boku rengi benim lügatıma oturmadı mesela…

    Lila ninemden beri vardı, yerine başka ne var ki? Açık mor veya eflatum değil ki lila.

    Å?ampanyayı tatmamış olsa ne çıkar adamın evini şampanyaya boyatması için. Uzay mekiği demek için binmek mi gerekiyor.

    Titanyum beyazını türkçemizde de titanyum olan sözcükten başka ne tarif edebilir?

    Velhasıl, sırf yazmak için yazmak olmuyor Haşmet Bey, akla yakın tavsiyeleriniz varsa yanına koymak şart…

    Haaaa, tirşe demek, çivit mavisi demek boynumuzun borcu olsun ama somon diye aldığımız o güzelim balığınrengini yadsımak neden???

  • engin öncüoğlu

    elif şafak’ın renkler üzerine bir yazısı…
    belki ilginizi çeker.
    selamlar,
    engin.

    http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=522196

  • BatoR

    Gerçekten de farkında olmadan, hatta rahatsız olmadan ne güzel yutuveriyoruz “yeni yetme”, “devşirme kelimeleri” lüp lüp diye 🙁

    Bir minik rica, yazınızı kontrol etmeden yayıma vermemeniz konusunda. Bir kaç yazınızda da var harf hata ve eksiklikleri. Çünkü siteniz bu kelime ve harf hatalarını sindiremeyecek kadar güzel.

  • Çiğdem Orgun Å?ahin

    ARIYORUM

    Karaman oğlu Mehmet Beyi arıyorum.
    Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
    Bir ferman yayımlamıştı;

    Bu günden sonra divanda, dergahta, bergahta, mecliste, meydanda,
    Türkçe’den başka dil konuşulmaya diye,
    Hatırlayanınız var mı?

    Dolanın yurdun dört bir yanını,
    Çarşıyı, pazarı,köyü,şehri
    Fermana uyanınız var mı?

    Nutkum tutuldu, şaşırdım,merak ettim,
    Dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere,
    Gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı?

    Tanıtımın demo, sunucunun spiker,
    Gösteri adamının showman, radyo sunucusunun discjokey,
    Hanım ağanın first lady olduğuna şaşıranınız var mı?
    Dükkanın store, bakkalın market, torbasının poşet,
    Mağazanın süper, hiper, gros market
    Ucuzluğun damping olduğuna kananınız var mı?

    İlan tahtasının billboard, sayı tabelasının skorboard,
    Bilgi akışının brifing, bildirgenin deklarasyon,
    Merakın, uğraşın hobby olduguna güleniniz var mı?

    Bırakın eli, özün bile seyrek uğradığı,
    Beldelerin girişinde wellcome,
    Çıkışında good-bye okuyanınız var mı?

    Korumanın, muhafızın body-guard,
    Sanat ve meslek pirlerinin duayen,
    İtibarın, saygınlığın prestij olduğunu bileniniz var mı?
    Seki’nin, alanın platform, merkezin center,
    Büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final,
    Özlemin, hasretin nostalji olduğunu öğreneniniz var mı?

    İş hanımızı plaza, bedestenimizi galleria,
    Sergi yerlerimizi center room, show room,
    Büyük şehirlerimizi , mega kent diye gezeniniz var mı?

    Yol üstü lokantamızın fast-food,
    Yemek çeşitlerimizin mönü olduğu yerlerde,
    Hesabını, adisyon diye ödeyeniniz var mı?

    İki katlı evinizi dubleks, üç katlı komşu evini tripleks,
    Köşklerimizi villa, eşiğimizi antre,
    Bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı?

    Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik,
    Vurguncunun spekülatör, eşkiyanın mafya,
    Desteğe, bilemediniz koltuk çıkmağa sponsorluk diyeniniz var mı?

    Mesireyi, kır gezintisini picnic,
    Bilgisayarı computer, hava yastığını air-bag,
    Pekalayı, olur’u okey diye söyleyeniniz var mı?

    Çarpıcı, önemli haberler flash haber,
    Yaşa, varol sevinçleri oley oley
    Yıldızları star diye seyredeniniz var mı?

    Vırvırık dağının tepesindeki köyde,
    Cafe-show levhasının altında,
    Acının da acısı, neskaaaave içeniniz var mı?

    Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken,
    Dilimizin çalındığını, talan edildiğini,
    Özün, el diline özendiğine içi yananınız var mı?

    Masallarımızı, tekerlemelerimizi,
    Å?arkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik.
    Türkçe’miz elden gidiyor, dizini döveniniz var mı?

    Karaman oğlu Mehmet Bey’i arıyorum,
    Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
    Bir ferman yayınlamıştı…
    Hayal meyal hatırlayıp da sahip çıkanınız var mı?

    YUSUF YANÇ

    Merhaba Devletşah ben Çiğdem. Kendimi şöyle tanıtmak isterim. 7 Temmuz pikniğinde senin çektiğin ‘Tekin Amca ve Çocukları’ adlı fotoğrafta Tekin Amca’nın tam sağında dizinin dibindeki kişiyim. Sen beni tanımazsın ama biz Kütahya da seni, yaptığın başarılı çalışmalarla takip ve taktir ediyoruz. Siteye eklediğin yazı çok hoşuma gitti. Ben de 1277’de Türkçe’yi resmi dil olarak kabul eden Karamanoğlu Mehmet Bey’le ilgili Yusuf Yanç’ın bir şiiriyle katkıda bulunmak istedim.
    Sevgilerimle

  • Serdar YEÅ?Ä°LYURT

    🙂

    Sayın Oya KAYACAN’a katılmadığımı ve sayın Çiğdem Orgun Å?AHÄ°N hanımefendinin şiirini çok anlamlı bulduğumu belirterek başlamak istiyorum.

    Dilimiz.. İç dünyamızın en güzel ve en gerçekçi dışavurumu!

    Dilimizin, o güzelim Türkçemizin yozlaşması demek, pek tabii iç dünyamızda oluşan toprak kaymasının ve ekinsel (kültürel) zelzelenin bir sonucu bence. Daha ortaokul çağlarındayken kafama takardım bizdeki bu “yabancı” hayranlığını! Bir insan neden kendi varlığını terkedip, öteki gibi olmak ister? Neden kendi servetinin zenginliğini göremezde, başkasının sahip olduklarına imrenir? Bir kaplumbağa, neden kendi kabuğundan çıkarda, onu bu ana kadar zırh gibi koruyan ve varolmasına katkıda bulunan “kabuğunu” beğenmez? Neden bu öz kimlik düşmanlığı? Tanrı eğer, tüm insanların aynı olmasını isteseydi, bunu yapamazmıydı da, insanları farklı farklı yaratmıştır? Peki, neden Yaratıcının farklı farklı yarattığı cismimizi ve ruhaniyetimizi başkalarına benzetmeye çalışırız? Neden kendimiz olmak istemeyiz? Nedendir bu zaafiyet ve acziyet?

    Bence, o güzelim Türkçemizi hoyratça kullanan ve sürekli aşındırmaya çalışanların bilinçaltındaki neden, kendi kimliğine olan mesafeli duruşundan ve başkalarını kendinden üstün görme ezikliğinden olsa gerek! Özgüven eksikliği..

    Ve her zaman, her ortamda dile getirdiğim ve delice savunduğum bir şey; Sanırım AB -BATI- toplumlarının ileride, DOÄ?U milletlerininde geride olmasının yegane sebebi bu? Biz, daha anakucağındayken kabul ediyoruz yada kabul ettiriliyoruz “Batı”nın -olmayan- üstünlüğünü. Ve tüm hayatımız boyunca, onları hep kurtarıcı, medeni, çağdaş v.s v.s. olarak addediyoruz. Resmen, çağdaş mankurtlarız hepimiz.

    Velhasıl, dilimizi katletmemizin altında yatan nedenleri bilmek ve gerekeni yapmak lazım. Ben, milliyetimle, dilimle, ülkemle, tarihimle, bayrağımla, maneviyatımla ve sahip olduğum herşeyimle gurur duyuyorum. Ä°yi ki Türk’üm!

    Son söz; “Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kan’da mevcuttur..”

    Marifet, bunu idrak edebilmektedir..

    Lütfen, kökeninin “Maya uygarlığının diline” dayandığı söylenen ve dünyanın en zengin -bana göre de, en zevkli, en tatlı ve ifadesi en keyifli olan- dilleri arasında yer alan güzel Türkçemize gereken özeni gösterelim.

    Problem – sorun
    Faks – Belgegeçer
    Kampüs – Yerleşke
    Üniversite – Evrenkenti (evrensel mekan)
    Bye bye – güle güle..
    ok – tamam
    Doktor – Hekim/Tabip
    Ä°nternet – Sanal ağ
    Laptop – Dizüstü
    Print et – yazdır

    Daha bunlar gibi nice “masum” görünen ama “ebola” virüsü gibi Türkçemizi içten içe kemiren basit kelimleri dilimizden ve lügatımızdan atarak başlayabiliriz işe. Ben, firma bilgilerimi belirtirken, “Faks” yerine “Belgegeçer” yazdırıyorum. Bunun gibi küçük adımlarla başlayabiliriz işe. Her bir damla, göl’ün ilk halidir.. Lütfen kendimize ve sahip olduklarımıza inanalım, güvenelim.. Kimseye düşmanlığımız yok. Derdimiz, varlığımızı muhafaza etmek ve her özgür ve bağımsız toplum gibi kendimizce yaşamak..

    Sevgi, hürmet ve saygılarımla..

    Serdar YEÅ?Ä°LYURT

Yorum yapın

YORUMU GÖNDER