Lütfen Beni Öldürme!

Lütfen Beni Öldürme!

Stranger Than Fiction - Lütfen Beni Öldürme

Yazılmakta olan bir romanın, yaşayan kahramanı olsanız ve yazarın sizin hakkınızda daktilo ettiği satırları duysanız ne düşürdünüz? Harold Crick delirdiğini düşünüp önce psikiyatriste gitti. Tam da o sırada yazarın kendisini nasıl öldüreceğini düşündüğünü duyup hayatının bir hikaye olduğunu anladı. Ardından dünyayı kurabiye yaparak kurtarabileceğine inanan diğer kahramanla tanışıp hayatını değiştirdi. Bütün kahramanlarını öldürmekle meşhur yazar, Karen Eiffel kitabını tamamladı ve film bitti.

Tam iki saat boyunca sürprizlerle dolu senaryonun hayata geçmiş halini seyrettim. Hiçbir zaman böyle şaşırtıcı kurgusu olan bir hikaye yazamayacağımı düşünüp hüzünlendim, kıskandım. Film bittikten sonra yaptığım kısa araştırmanın sonucunda senaristin benden sadece bir yaş büyük olduğunu öğrenmem bahsettiğim duyguları daha da derinden yaşamama sebep oldu. Fakat bunlardan daha önemlisi filmin ve kitabın sonundaki şu satırlar, çalıştığım günler ve hayat üzerine düşünmeme neden oldu: “Bazen, umutsuzluğun ve trajedinin, değişmez ve süregelen korku ve çaresizliği içinde hissettiğimiz anlarda Tanrı’ya Bavarya şekerli kurabiyeleri için şükredebiliriz. Ve neyse ki; kurabiye bulamadığımız anlarda bile bizi telkin edecek, tenimize dokunan tanıdık bir el ya da bir iyilik ve sevgi göstergesi… Ya da üstü kapalı ince bir yüreklendirme… Ya da sevgi ile bağrına basma… Ya da bir teselli çağrısı bulabiliriz. Ve bir de, hastane sedyeleri… Burun bantları… Yenmeyi bekleyen kekler… Küçük harflerle söylenen sırlar… Fender Stratocasters… Ve arada bir de birkaç sayfa roman. Ve tüm bunların, hoş ve asil kılan, birer nüans, birer ayrıntı, birer detay olduğunu unutmamalıyız. Çünkü: Onlar hayatlarımızı kurtarmak için varlar. Bu düşüncenin size tuhaf geldiğini biliyorum. Ama bunun, öylece gelişip, gerçeğe dönüştüğünü biliyorum.”

Evet çoğumuz çalışırken hayattan keyif alacağımız köşeleri kaçırıyoruz. Ufak bir kurabiyeyi süte batırıp yerken duyacağımız mutluluğu, bir romanın sayfaları arasında kuracağımız düşleri, yürürken elinden tuttuğumuz eşimizin, kardeşimizin, annemizin, babamızın bize duyduğu sevgiyi fark edemeyecek kadar meşgul oluyoruz. Elbette çalışmak da hayatın bir parçası. Fakat eminim hiç kimse mesainiz sırasında içeceğiniz kahveden keyif almanızı yasaklayamaz. Ya da işe gidip gelirken kitap sayfalarında kaybolmanızı (eğer araba kullanmıyorsanız) engelleyemez. Yaptığınız işi keyifli hale getirmek sizin elinizde. “Lütfen kendinizi öldürmeyin!”

Evet çoğumuz çalışırken hayattan keyif alacağımız köşeleri kaçırıyoruz.

İşinize biraz ara verip, hayatın kıymetini daha iyi anlamak için Will Ferrell, Dustin Hoffman, Emma Thompson, Queen Latifah, Maggie Gyllenhaal’ın oynadığı “Stranger Than Fiction – Lütfen Beni Öldürme” yi seyredin. Filmi seyredemiyorsanız ara verip kısa bir yürüyüşle baharın, çevrenizdeki güzelliklerin, hayatın tadını çıkartın…

Linkler
Kalıcı bağlantı

Recent Posts

9 Responses to Lütfen Beni Öldürme!
  • Naile

    Devletşah, kısa bir süre önce filmi ben de seyrettim. Senaryonun enteresanlığı beni de şaşırtmıştı ve “bu film dünyası iyice abarttı” demeden duramamıştım.

    Sana bir film tavsiyesinde bulunayım istedim. Filmi ben ve eşim çok beğendik. Filmin adı: The Pursuit of Happyness. Gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlanma. Sana en iyisi ilgili linkleri vereyim.

    http://www.imdb.com/title/tt0454921/
    http://www.chrisgardnermedia.com/main/movie.htm

    Sevgiler..

  • Margot

    Sevgili Komşum,
    Bu filmi sinemada seyrettiğimde hayran kalmıştım. Özellikle de senaryosuna ( senin de dediğin gibi fikir çok çarpıcı). Ama senaryoyu alıp o kadar da harika olmayan bir şey çekebilirlerdi ki bu film harika olmuş. Emma’nın yazar halleri, o masalara yatmalar falan uzun zaman gözümün önünden gitmeyecek ve eminim ki dönüp dönüp bu filmi seyredeceğim ben.
    Hayatın akıp gitmesi arada bahsettiğin kurabiyelersiz sanki sadece deli bir dereden ibaret olurdu ki bunun düşüncesi bile korkunç. Hayat arada durup nefeslenilen, nefes alıp verdiğimizi bilerek devam ettiğimiz bir yol olmalı.
    Ve son olarak bir şey yazmak, bir şeyi içinden çıkarıp pat diye masanın üzerine koymak o kadar zor ki! Bunu yapmaya çalıştığım için şu sıralar deli olduğumu düşünüyorum. Ondandır bu film yalnız olmadığımı da hatırlatıyor bana 🙂

    Sevgiler benden,
    Margot

  • Devletşah

    Naileciğim;

    Persuit of happyness’i seyrettim. Gerçekten çok etkileyici bir filmdi. Aslında onun hakkında da uzun bir yazı yazdım. Tam yayınlayacaktım ki fazla kişisel bulduğum için vazgeçtim. Belki üzerinde biraz oynayıp yayınlarım…

    Sevgili Komşucuğum;

    Aynı şeyi ben de düşündüm. Mesela filmde birçok önemli olay köşebaşında, bir odanın köşesinde geçiyor. Eminim bunlar yönetmenin marifeti. Aimasyonların filme kattıklarını unutmamak gerek. İlk birkaç dakika zaten onlara kapılıyorsun. Bir de dediğin gibi Emma Thompson’ın o yağmur altında oturup aslında boş boş bakıyormuş gibi gözüktüğü, masaya yattığı anlar bana da yalnız olmadığımı hissettirdi. Bir türlü doğru düzgün, istediğin gibi yazamadığın cümlenin o acayip sancısını, yazdığın andaki o garip rahatlama duygusunu galiba en iyi yaşayan bilir. Eşim filmi seyrederken “En azından çıkıp masaya yatmıyorsun” ifadesiyle bakıp güldü. Yağmurda ıslanıp üşütmüşlüğüm çoktur da. Ya da acayip yerlere girip bir bakma isteğim.

  • endiseliperi

    ben de izledim filmi ve çok beğendim. sen her şeyi yazmışsın. ne desem az kalır. emma thompson gerçekten de muhteşem. sesi ne hoş. nerede duysam tanırım o sesi:)

    sevgilerimle.

  • Müge

    Sevgili Devletşah,
    Senin film ile ile ilgili güzel yazın zaten yeterince ilgimi çekmişti, şimdi birde diğer yorumları okuyunca kesinlikle filmi bir an önce bulup izlemeye karar verdim. Eminim çok güzel.

    Bende hafta sonu Babil’i ve Köstebek’i izledim, sen herhalde izlemişsindir ama eğer izlemediysen ikisinide mutlaka izle. Sonuna kadar nefes bile almadım. Oscarlar boşuna verilmiyor bu filmlere dedirtiyor insana…

  • Devletşah

    Periciğim;

    İnan film bittiğinde yarın bir e-posta ile haber vereyim de peri de seyretsin eminim beğenir diye içimden geçirdim. Tabi sabah olup da ben sana yazana kadar sen yorum yazmışsın…

    Ben Emma Thompson’ın sesinin güzelliğini ilk “Much Edo About Nothing” filmiyle keşfettim. Bir Shakespeare uyarlamasıydı ve orada sonetler okuyordu. Çok karakteristik ve hoş bir sesi var.

    Sevgili Müge;

    Ben Babil’i halâ seyretmedim. Nedense “Crash-Çarpışma” benzeri bir film olduğunu düşünüyorum. Hatta seyretmediğim film hakkında uzun uzun düşünüp yapımcılarının da benim gibi fikir yürüttüklerine kannat getirdim. “Birbirini anlamayan insanlar, hak – hukuk – ilahi adalet, farklı ırklar” bu kombinasyon ödül getirir biz böyle bir film çekelim diyerek işe koyuldukları gibi bir fikrim var. Elbette film güzeldir. Ama nedense bu duyguyu atıp dda seyredemedim.

    Köstebek için ise Leonardo oynuyor. Seyretmemem için baya yeterli sebep. Gerçi Romeo+Juliet’teki performası tartışılmayacak kadar iyiydi ama nedendir bilmiyorum sevemedim bir türlü.

  • Müge

    Canım Devletşah,
    Babil ile ilgili ön yargın tamamen doğru..Senaryo aynen dediğin gibi..Ama çok sürükleyici, geçişleri çok başarılı bir film olmuş.
    Köstebek ile ilgili önyargıların ise yanlış, film mükemmel ve leonardo filmin ana karakteri değil, bir çok ana karakter var ve hepsi çok çok başarılı

  • Ilknur

    Devletsahcigim,
    Cok begendigim Stranger Than Fiction filmi ile ilgili yazini okurken yorumlara daldim. Sessiz bir okuyucu olmamama ragmen Leonardo Dicaprio ile ilgili yorumunu gorunce yazmadan edemedim. Bence, Leo “guzel cocuk” olarak basladigi film kariyerine su an cok farkli bir kulvardan devam ediyor.
    Sanirim Kostebek filmiyle yorum birakan arkadas The Departed filminden bassediyordu (cok uzun suredir Turkiye’de bulunamadigim icin filmlerin Turkce isimlerini bilmiyorum, eger yanlis filmi anladiysam lutfen kusura bakmayin). Eger The Departed filmine bir sans verirsen, Leonardo’nun o filmi izlemek icin yeterli bir sebep oldugunu goreceksin. Zaten son yillardaki Oscar adayliklarindan da hatirlarsin (Aviator ve Blood Dimond) o eski “pretty face”in cok otesine gecmisti. Ama bence bu zaman kadar olan en iyi peformansi The Departed filmindeydi.
    Ustelik cevre ve kuresel isinma ile yaptigi calismalarla (http://www.leonardodicaprio.org/), simdiden Al Gore gibi “populer” bir kuresel isinma savascisinin yaninda yer aliyor. Onumuzdeki gunlerde Leonardo Dicaprio’nun kuresel isinmaya yonelik bir belgeseli gosterime girecek (11th Hour). Galiba ben onu sadece tipi yada oyunculugu icin degil “guzel bir insan” oldugu ve onu takip eden insanlara ornek olmaya calistigi icin begeniyorum.
    Bu arada harika bir web siten var. Dolu dolu! Tum konulari ziyaret edemedim ama vaktim olunca hepsini ziyaret etmeyi planliyorum.
    Imza: Kendi capinda bir cevreci, doga ve esitlik dostu….Ustelik Bursa’li:)

  • Devletşah

    Sevgili İlknur;

    Aslında Aviator’ı sevmiştim. Ama nedense o filmde Leonardo aklımda kalmamış. Başka şeyleri hatırlıyorum. Departed seyredilecek filmler listemizde var zaten. Uzun upuzun bir listemiz var. Hergün daha da uzuyor…

    Bursalı bir Çevre mühendisi olarak sitem için söylediklerine de çok teşekkür ederim. Elimden geleni yapmaya çalışıyorum.

Yorum yapın

YORUMU GÖNDER