Uyumak, uyanmak!, Uyumak Uyanmamak!..
Uyku var! Uyku var! Uyku var!
Uykuyu seven biri olarak tanınırım. Rivayete göre çocukluğumdan beri uykuyla aram iyi olmuştur. Anneanneme sorarsanız böyle demez. Öğle uykusuna yatırmak için teklif ettiği rüşvetleri sıralar. Bana sorarsanız da uykuyla aram yoktur. Zaruretten uzun süre uyuyorum. Çocukluğumdan beri yatar yatmaz uyuyanlara hayranımdır. Benim uyuyabilmem için en az iki saat yatakta dönmem gerekir. Eh bu şartlar altında normali yedi saat olan uyku süresi benim için dokuz saate doğrudan çıkmış oluyor.
Kim kaybetmiş de dokuz saati ben bulmuşum. Lise yıllarımda okula gitmek için beş buçukta kalkar saat altıya gelmeden servise binerdim. Evden çıktıktan on iki saat sonra eve döndüğümde tek istediğim bir parça uyumak olurdu. Yolda daha küçük sınıfların kavgaları nedeniyle bölük pörçük kestirirdim. Ama asla yetmezdi. Son sınıfa kadar bu ihtiyacımı hafta sonları gidermiş olsam da son sınıfta dershane maratonuna katılınca bu lüksüm de ortadan kalktı. Sonraki yıllarda da şansım yakında okumak konusunda yaver gitmediği için vizelerin, finallerin, projelerin, ödevlerin uykusuzluğuna her daim yol uykusuzluğu eklendi.
Uzun süre Anadolu yakasında oturup, Avrupa yakasında çalıştım. Yolu ve uykusuzluğu hayatımın parçası olarak görüp, işin keyfini çıkarttım. Bol bol Boğaz, vapur, martı, Kızkulesi, tarihi yarımada fotoğrafı çektim. Bu süre içerisinde eşim ve ben bir uyku düzeni tutturduk. Her gün aynı saatte on buçukta yatıp, aynı saate altı buçukta kalktık. Bu benim uykusuzluk problemimi giderdi demek isterdim, ama malesef… Kafamı yastığa koyar koymaz başlayan iş toplantıları uyku ile arama aşılması güç duvarlar örüyordu. Son işimde bu duvar sanallıktan çıktı. Gece geç saatlere kadar süren toplantılar gerçek hale geldi. Günde on beş ila on yedi saatimi işte geçirmeye başladım. Eskiden sadece konserler, tiyatrolar için değişen uyku saatlerimden eser kalmamıştı. Yatış saatim hergün değişiyor ama kalkış saatim hiç değişmiyordu. Boş bulduğum her dakika uyumak istiyordum.
İşten ayrıldıktan sonraki günlerde uyku saatlerimi düzenlemek uzun zaman aldı. Akşam, saatinde yatabilmek için, öğlenleri gözlerim yarı kapalı dolaştığım çok oldu. Uykusuzlukla şeker yerine tuz, tuz yerine şeker koyduğum yemekler yaptım. Uyku saatlerim düzene girmeye başlasa da toplantılar yerini yarın ne yapsam düşüncelerine bıraktığı için kafamı yastığa koyar koymaz asla uyuyamadım.
Düzene oturan herşey Devletsah.com’un yaşgünü partisi ile tekrar karma karışık oldu. Bir kaç gün önceden başlayan ne pişireyim düşünceleri, o gün gece sabaha kadar oturmamızla sonuçlandı. Gün içerisinde uykuya yenik düşmem en son noktayı koydu. Arkadaşlarla önceden planlanan pazar kahvaltısında yarı uykuluydum. Akşam film seyrederken yaptığım kısacık şekerleme, bütün gece uyumama engel olmaya yetecek kadardı.
Direnmeye çalışsam da koltukta kitap okurken, film seyrederken uyuyakaldığım günler günleri takip etti. Beni uykusuzluk ağına çekmek isteyen geceler, gittikçe hareketlenmeye başladı. Önce Tuluyhan Uğurlu konserine gittik. Aslında kendisinin tarzını fazla sevmem. Ama İstanbul Kanatlarımın Altında filmine yaptığı müziklerin yüzü suyu hürmetine gittim konsere. Dünya Başkenti İstanbul albümünden çaldığı parçalar etkileyiciydi. Konserden sonra sıcak çikolata içmeye davet ettiğimiz arkadaşlarımızla sohbete doyamayıp ertesi gece daha kalabalık bir ekiple devam etmeye karar verdik.
Eh tahmin ettiğiniz gibi gece bir dirhem uyku gözüme girmedi. Bütün gün maş fasulyesi salatası, patates salatası, havuçlu – kabaklı börek, kurutulmuş domatesli top kek, arap bacı, tiramisu, kaya kurabiyesi hazırlarken uyumadan geçti. Ertesi günün tatil olmasını da fırsat bilerek uzun uzun sohbet ettik. Gece yattığımda bir dünya misafiri daha doyuracak kadar olan kalanları ne yapacağımı düşünürken uyumuşum. Cumartesi gecesi bir gün önceden kalanları bitirmeye çok yakın arkadaşlarımızı çağırdık. Bir haftanın yorgunluğunu atmak, aynı zamanda gittikçe feri kaçan gözlerime tatil maksadıyla öğle uykusuna izin verdim. Eh uykumu alınca sohbet gece ikileri buldu.
Pazar günü daha önce bahsettiğim Medya ve Etik Değerler paneline gittik. Malûm konu "karikatür kriziyle ilgili olarak basın özgürlüğü nereye kadar"dı. Avrupa basını bunu yapmaya cesaret ediyorsa aynayı kendimize tutmak gerek düşüncesinin çıktığı panel çok manidar, çok hoştu. Prof. Dr. Edibe Sözen’in söylediği birşey kulaklarımdan çıkmıyor: "Bilselerdi yapmazlardı!" Aslında bu sözler kendisine ait değil. Karikatürlere mevzu olan sevgili Peygamber Efendimize (S.A.V.) ait. Taifteki akrabalarının yanına sığındığı sırada Peygamber Efendimizin kendisine eziyet, işkence edenler için söylediği "Bilselerdi yapmazlardı!" sözünün bizim düstûrumuz olması gerektiği, O’nun ümmeti olarak, O’nun kadar affedici olmamız gerektiğini söyledi. Doç. Dr. Yurdagül Mehmetoğlu kendisinin görüşüne "bunu ancak O’nu iyi anlatarak sağlayabiliriz. O’nu iyi anlatabilirsek, bu gibi karikatürlere de mahâl vermemiş oluruz" diyerek destek verdi. Dinlediğim konuşmalar beni içinde olduğum gaflet uykusundan silkeleyip, uzun zamandır okuyup da bitiremediğim bir kitabı bitirme isteğine sevk etti.
Eve döndüğümüzde, uzunca bir aradan sonra ilk defa saat on buçukta yataktaydım. Onbeş günün yorgunluğunu çıkartmak için saatimi biraz daha ileriye kurdum. Ancak kısmet olmadı. Sabahın ilk ışıklarıyla aldığım acı haberle gözlerimden akan uykusuzluk yerini yaşlara bıraktı. Emrehan abimiz derin uykulara dalmışken uyumanın vakti miydi? Onun tek başına yaptıklarını benim gibi kaç kişi bir araya gelse yapabilirdi? Son bir yıl içinde bu kaçıncı yolculuktu? Uyumanın vakti değildi. İstikamet önce İzmir sonra Sipil dağlarının eteği, şehzadeler şehri Manisa. Uykusuz geçen bir gece ve bir gece daha… Mualla teyzeden, Ali amcadan, Emrehan abiden sonra ben nasıl uyurum.
Güzellik uykusu var! Gaflet uykusu var! Ölüm uykusu var! Uyku var! Uyku var! Uyku var! Ben hangi birinden uyanıp, kimi uyandırayım?
Devletşah, bu bıraktığım ikinci yorum. Lakin söyleyeceklerim yine aynı: keşke senin gibi insanların sayısı daha fazla olabilse… anne ve babana da saygılarımı yolluyorum, nasıl da güzel ruhlu bir evlad yetiştirmişler…
bende bu aralar uyku ile ilgili düşünüyordum.gaflet uykusundan uyanıp kabir uykusuna hazırlanmak lazım diye düşünüyordum. Abinizin mekanı cennet olsun.Allah rahmet eylesin.
Sevgili Devletsah,senin günlügün ve tüm yazilarin benim uykusuz gecelerimde yoldas oldular,sen cok az uyuyabildigin zamanlarda sanal ortamda bile olsa benim gibi daha bir cok kisiyi uyandirdigina eminim,Kubbe alti yayin evinden degerli Emirhan beyin vefat haberini okumustum,Türkiyede Vatanini Milletini seven ve bunun icin hizmet eden bir Buyugumuzun,aramizda artik olmayisi buyuk kayip,Yakinlarina ve sana sabir diliyorum,Allah taksiratini affetsin,rahmet etsin insaallah
sevgi&saygilarimla
Devletşah merhaba, Allah rahmet eylesin, üzüldüm ben de çok. Hassasiyetini de çok iyi anlıyorum. Du etmek istiyorum hepimiz için. Gaflet uykusundan uyanmak ümidi ve duasıyla… Daha yakından tanışmayı çok isterim. Zira belirtmiştim daha önce de, ortak çok özelliğimiz var… Sevgiler…
Kiymetli Devletsah hanim, Bu alem hayatinin gurbet oldugunu Muhterem Samiha Ayverdi hanimefendinin bir cok eserlerinden okumustum. Biz hakikaten gurbetteyiz. Uykusuz gece ve gunler icindeyiz. Ama cok sukur iman ile yasamis cok guzel ahlakli ornekler ile donanmisiz. Halka hizmeti Hakk’a hizmet bilmis Emrehan Kuey beyefendiye gani gani rahmet ve hele de geride biraktigi hanimina, kizina, annesi ve nice kardesleri ile Gulbin hanimefendiye sabr-i Cemil niyaz ediyoruz. Soylemeden edemeyecegim, Manisa tarifiniz bir harika, Allah razi olsun. Bilhassa hurmet ve selam ile, Zulfikar ailesi
Sevgili Devletşah Hanım,
Uyumak üzerine bir deneme sayılacak güzel yazınızı keyifle, ibretle ve üzüntüyle okudum. Bu kadar farklı duyguyu bir anda, bir kalemde ve bir kelamda bize yaşattığınız için yüreğinize sağlık… Vefat eden büyüklerinizin mekanı cennet olsun. Onlar da yaşattıklarıyla çevrelerini ışıttılar. Bize düşen, onların çizdiği yolda ilerlerken, onlardan elimizde kalan nurla çevremizdekileri ışıtmak… Ne mutlu kendisi o nura sahip olana… Tabii yazdığınız gibi gaflet uykusundan uyanıp, uykuda gördüğü rüyadan ders alan ve ibreti önce kendi alanlara da ne mutlu…
Son olarak; “siz de uyandırıyorsunuz desem, anlarsınız…
Uyanık ruhların güzel düşlü küçük uykuları sizinle olsun; hepimizin yatacağı büyük uykuya kadar çok güzel günler yaşayın…
Sevgili Devletsah.. Uyku konusunu ne kadar güzel ele almışsın.. Emrehan abimiz tanıdığım 1980li yıllardan beri hep çalıştı, hep hizmet etti.. Allah hepimizin gaflet uykusundan uyanmamızı ve Emrehan abi gibilerin yolunda olmayı nasip etsin..
kiymetli emrehan kardesime en son yurt disina gitmeden evvel rahmetli hasan polatkanin hanimi mutahara yengenin telefonun adresi verip 29 mayis 1960 yilinda yazdigi mektubun kopyesini almasi icin haberlestik birde kiymetli gonul dostumuz kadir misiroglu agabeyi ziyareti icin sozlestik,kadir bey emrehan icin evliya gibi adam derdi kadir beyi taniyanlar bilir onun nadir kisiler icin sozlerinden biridir,Allah rahmet eylesin 1970lerden kalan dostluk ahirette devam eder insAllah gecici dunya,hic guzel olmasaydi olurmuydu peygamber
bugün aklıma üniversite yıllarım düştü…ilk üniversite günüm ilk dersimin hocasıda emrehan küey…üniversite hayatımın ilk gününde hiç tanumadığım sınıf arkadaşlarımın önünde ilk azarımı sayın emrehan bey tarafından işitmiştim…neden mi,uyuyodum dersinde..keşke o yaşasaydıda ben hiç uyumasaydım..4 yıl boyunca dersime girmişdi..emrehan hoca bizim en sevdiğimiz hocalarımızdan biriydi…bana senden bişey olmaz derdi…keşke ahirete gitmeseydide görebilseydi benim bişey olduğumu..eminim çok şaşırırdı.allah mekanını cennet etsin…nazlı hocama ve kızına sabırlar versin…
Çiğdem hanım;
Zaman su gibi gerçekten. Bir yıldan fazla zaman oldu. Bu geçen sürede kendisini sık sık hatırladık, yad ettik. Bir işi yaparken “Emrehan Ağabey olsay kesin daha iyisini bulurdu” diyerek yaptık… Allah rahmet eylesin…
Emrehan benim üniversite yıllarımdan arkadaşımdı,hani uzun yıllar görmezsinde sanki dün görmüş gibi kaldığın yerden başlarsın,biz onunla öyle bir arkadaşlık kurmuştuk.Allahtan kendisine rahmet,Nazlıya ve Emrehanın çok sevdiği biricik kzına sabırlar diliyorum.
Sevgili Devletşah,
Emrehan Ağabey, İstanbul’a gelir, kitapçıları bir bir dolaşarak her seferinde daha da büyüyen paketleri mübarek elleriyle taşır, bu arada kabir ziyaretleri, büyük-küçük ziyaretlerini de programına dahil eder, akranları ve bize de mutlaka sohbet ve muhabbet nafakamızı vererek geç vakitte İzmir’e otobüsle dönerdi. Tabii ki bu koşuşturmaca, normal bir insanın kaldıramayacağı yorgunluğa da sebebiyet verirdi. Ne zaman dinlendiğini bilmiyorum, çünkü gününe diğerine ekleyerek yaşadı. Yine çok yorulduğu bir günde; ‘kemiklerim yoruldu” diye iç geçirmişti. Bana da o zaman için bu tabir değişik geldiği için gülümsemiştim. Bunu gördüğünde; “inşallah senin de olur, görürsün” diye devam etti.
Ne bileyim ki bu bir duaymış. “Halka hizmetin hakka hizmet olması”, “gayret kemerini kuşanmak” gibi güzel bir sözmüş.
Yıllar sonra anlıyorum ki, “kemikler yorulmalı”. Allah hepimizi nasip ehli kılsın.
Sevgili Emrehan Ağabeyim, mekanın cennet, Hak Erenleri yoldaşın olsun.
Mustafa TIRIS
” inna lillah we inna ileyhi raciun ”
gönül hüzünlenir abla , göz yaş döker lakin O’na uyuyan mevhum varlığımız O’na uyanacak. ” la te’huzühu sinetun we la newm ”
bildiğinizi biliyorum,bana hatırlattınğında dostlarım kalbim mutmain olduğundan size de hatırlatayım istedim.
Nefesimdeki ateşi ilk o yaktı. Anlattıklarım onun sözleri. İnsanlar şaşıyor ama ben şaşmıyorum. Çünkü onu tanıdım. Onu tanıdığım günün akşamında düşümde siyah bir zarfın içinde onu sema ederken gördüm. Ertesi gün bana gel dedi. gittim. İyiki gitmişin. Zelil omrümün tek karı, tek değerlisi Emrehan ağabey.