Tayland Krallık Sarayı
Bangkok’da son gün kanallarda tekne ile yapılan yolculukla başlıyor. En hızlı ulaşım biçiminin bizdeki gibi denizyolu. Motorların çevresi brandalar ile kapatılıyor. Aksi taktirde her an çamur renkli su ile duş alma ihtimaliniz var. Son sürat giden motor birden bire yavaşlayıp, neredeyse hiç ses çıkartmadan ilerlemeye başladığında brandayı indirip trafik sıkışıklığını görmek istiyorum. Lakin bizden başka kimse yok etrafta. Hemen Yahya’ya neden yavaşladığımızı soruyorum. Kralın evinin yakınlarından geçtiğimizi, kendisini rahatsız etmek istemedikleri için bu bölgeden sessiz geçmeye çalışıldığını anlattı. Az sonra eski, gürültülü hızımıza dönüyoruz.
20-25 dakikalık motor seyahatinden sonra, günün bizim için ilk durağına varıyoruz. Loha Prasat bakmaya doyamadığım çatısıyla arz-ı endam ettiğinde o muazzam çatının saf demirden yapıldığını henüz bilmiyordum. Demir Tapınak ya da saray denilen yapının içindeki serin koridorlarda dolaşıp, 7. katına vardığımızda yükseklik korkum çoşmuştu. 7. Katta Buda’nın küllerinin bir kutda tutulduğu söyleniyor. Bu nedenle Bangkok’da en çok ziyaret edilen yerlerden birisi Loha Prasat. Keza çok keyif yapamasam da manzarası harika.
Loha Prasat’tan çıkıcan geldiğimiz günden bu yana dikkatimi çeken biim triportörlere benzeyen “tuk tuk”lardan birisine biniyoruz. Tuk tuklarla yolculuk pazarlığa tabi. Fiyatta anlaşınca pek trafiğe takılmadan, püfür püfür bir yolculuk yapıyorsunuz.
Büyük Saray’ın kapısından girdiğimizde muazzam bir kalabalıkla karşılaştık. Saraya giriş Tayland vatandaşlarına ücretiz. Turistler için 15$ gibi bir fiyatı var. Yahya bilet sırasına girerken ben, Fransız bir ekibin rehberini dinlemeye başlıyorum. Sarayın şimdiki yani 5. kral tarafından müze haline getirildiğini, ama halâ kraliyete ait törenlerin burada yapıldığını, ayrıca dini açıdan çok mühim bir merkez olduğunu öğreniyorum. Gördüğümüz sarı şeylerin çoğunun 24 ayar altın olduğunu da bu rehberden dinliyorum. Esas ilgi çekici bilgi bundan sonra geliyor. Gelenlerin duvarlara dokunması nedeniyle altınların aşındığını ve bu nedenle düzenli olarak yenilendiğini, bütçeye çok büyük etkisi olduğuna dikkat çeken rehber, duvarlara çok dokunulmamasını rica ediyor. Gelin görün ki dinleyen kim?
Tayland kraliyet sarayı da Topkapı Sarayı gibi ihtiyaç çıktıkça eklenen binalardan oluşuyor. Bu ihtiyaç kimi zaman kral mahiyetinin genişlemesi, kimi zaman binanın yanması sonucunda ortaya çıkıyor. Kimi zaman da kral gördüğü, hoşuna giden bir binanın sarayda da olması gerektiğine karar verince yeni bir ekleme yapılıyor. Bunun en etkileyici örneği herhalde 4. kralın Kamboçya ziyareti sonrası yaptırdığı Ankor Wat‘ın maketi. Maketin çevresinde epey dolaşıp, acaba ne zaman Komboçya’ya gitsek diye düşünmedim desem yalan olur.
Sarayın içinde Bangkok’un en önemli tapınağı bulunuyor: Zümrüt Buda Tapınağı – Wat Phara Kaew. Aslında bina Zümrüt Buda heykelinden dah adikkat çekici. Duvarlarındaki resimler, işlemelerde o kadar çok detay gizli ki her bakan başka birşey görüyor desem yeridir. Söylemeden geçemeyeceğim zümrüt Buda heykeli aslında zümrütten değil. Yeşim taşından yapılmış olan heykel, mevsime göre giydiriliyor. Kışın altından örülmüş şal giyerken, yazın yine altından bir örtü sadece tek omzuna konuluyor.
Yaklaşık dört saatlik saray turudan sonra hemen yakındaki Wat Pho‘ya geçiyoruz. Burası 46 metrelik yatan buda heykelinin bulunduğu tapınak olmak dışında birçok konununda merkezi. İlk thai masajı burada icad edilmiş. Şu anda da bu tapınakta Thai masajı dersleri verilmekte. İsterseniz masaj da yaptırabiliyorsunuz. Ayrıca Taylandın ilk üniversitesi olarak da bu tapınak gösterilmekte. Buda heykelinin ayaklarının altında Buda’nın 108 alâmeti ile sedef işaretler bulunuyor. Ayrıca heykel boyunca uzanan 108 kutuya bozuk para atılmak suretiyle iyilikler davet ediliyor.
108 sayısı gerçekten ilginç. Belkide hepimizin hayatına ilk olarak Lost dizisindeki 4-8-15-16-23-42 sayılarının toplamı olarak girdi. O dönemde yaptığımız araştırmalarda ebced hesabı ile 108’in Allah’a tekabül ettiğini öğrenmiştim. Daha birçok dinde de 108 sayısının önemi olduğunu okumuştum.
Tarih ve doğa ile içiçe geçen 4 günün sonunda uzakdoğu oldukça değişik duygular yaşattı bana. İnsanların iş çıkışlarında takım elbiseleriyle alışveriş merkezlerinin kaldırımlarındaki tapınaklarda, diz çökerek dünyanın sesinden uzaklaşabildiklerini, din ile içiçe, birbirlerini rahatsız etmeden yaşayabilidiklerine şahit oldum. Onları, ibadetlerini, yemek yapışlarını, ikram edişlerini uzun uzun seyrettim. Unutulmaz ve tekrar tekrar yaşanmak istenecek bir tecrübeydi.
*TOPLANTILRDAN VE FLICKR’DA YAŞADIĞIM BAĞLANTI PROBLEMLERİNDEN DOLAYI FOTOĞRAFLARI YÜKLEYEMİYORUM. EN KISA SÜREDE BURADA OLACAKLAR.
cok harika bir ulke,ayrica bu guzel yazi ve tanitim icin tesekkurler.Birgun gitmek nasip olur insallah…
Sevgili Devletşah,
Gezi yazılarını, izlenimlerini ve videoları, resimleri, taa San Francisco’dan beri takip ediyorum..Blogunu çoook eskiden beri :)O zamanlar daha Ankara’daydın.. Gülben’e çıktığın programı seyredememiştim.Şimdi videosunu izledim..Mutluluğunuzun bir yavruyla taçlanacağını öğrendim..Sağlıkla bebeğine kavuşman dileğiyle sevgilerimi yolluyorum..Gözlerinden öperim…( torun torba sahibi bir babaanne olarak)