Güney Afrika’da Safari
Daha önce de bahsettiğim gibi geçtiğimiz yılın son aylarında futbol ile ilgili bir kampanyada çalışmaya başladım. Kampanya hazırlıkları sırasında yüzlerce detay ile uğraştık. Herbirinin kendisine göre eğlenceli ve zor tarafları vardı. Şimdi gerye bakıp düşündüğümde herhalde en keyifli planlamayı kazananların gezisini organize ederken yaşadığımızı düşünüyorum.
Beraber çalıştığımız ajans bize gezide neler olabileceğini anlatırken biz bunlara gerek yok, bunlar olmalı dedikçe kazananların ne kadar şanslı olacaklarını düşünmeden edemediğimizi bilmenizi isterim. O günlerde geziye benim de katılacağımdan haberim bile yoktu. Eh gezi Güney Afrika’ya olunca safarisiz bir plan düşünülemez değil mi? Gerçi son dakikada biletlerde gerçekleşen değişiklik nedeniyle ekibin tamamı bu safariye katılamasa da biz herşeyin yerli yerinde düzgün hazırlanıp hazırlanmadığını kontole giden grup olarak safariyi yapabildik.
İstanbul’dan yaklaşık 13,5 saat süren ve arada Dubai’de aktarma yapılan uçuşun ardından sanıyorum herkes benim gibi deliksiz uyudu. Sabahın ilk ışıkları ile safariye çıkacağımız ve kaldığımız otele 2 saat mesafede bulunan Tala parkına doğru yola çıktık. Yol boyunca alışık olmadığımız bitki örtüsünü, küçük kasabaları ve okyanusu seyre dalıp bolca muhabbet ettik.
Tala parkı özel bir safari alanı. Aslında burada yaşanılan deneyim normal bir safariden farklı. Safaride karşınıza ne zaman ne çıkacağını asla bilemiyorsunuz. Bütün gün otlaklarda dolaşıp hiçbir şey görmeme ihtimaliniz çok yüksek. İşte bizim gittiğimiz park gibi yerler kısa süreli ziyaretlerinde ziyaretçileri elleri boş göndermemek adına düzenlenmiş çok büyük doğal yaşam alanı denilebilir. Bu tip parkların çevresi yırtıcı hayvanların içeriye girişini engellemek için genellikle elektirikli tellerle çevrili oluyor. Onun dışında herşey doğal akışına bırakılmış şekilde gerçekleşiyor. Tala parkında aslan, kaplan gibi yırtıcı hayvanları görmek o yüzden mümkün değil. Daha çok otobur hayvanların olduğu geniş düzlüklerde dolaşıyorsunuz.
Parka vardığımızda saat onu geçiyordu. Hemen bizim için hazırlanan büyük jipe binip yola koyulduk.Hareketimize beraber yapmamamız gerekenn şeylerin listesi de bizimle paylaşıldı. Bağırmamak, çığlık atmamak, araçtan aşağıya inmemek, hayvanlara el, kol, bacak uzatmamak…. Liste böyle uzayıp gidiyor. Bunlar anlatılırken etrafımızda yaban domuzlarının etrafta dolaştığını da görmeye başladık.
Yolda ilk karşımıza çıkan zebralar oldu. Rehberimiz dişi ve erkekleri ayırmanın bir yolu olduğunu bize anlatırken epey gülüyordu. Söylediğine göre ‘siyah üzerine beyaz çizgili olanlar erkek, beyaz üzerine siyah çizgili olanlar dişi’ imiş. Artık ayırt etmesi size kalmış.
Zebraların bulunduğu bölgede epey vakit geçirdikten sonra yola devam ettik. İlk hangi hayvanı göreceğimiz konusunda kendi aramızda tartışırken bir yandan da gözlerimzotların arasında ilk defa göreceğimiz yaratıkları aramaktaydı. Sessizliği ‘gergedan’ diye bağıran bir ses bozdu. Eşimin 9 gün süren Kenya safarisinde göremediği gergedanı tek günlük gezide görebileceğimi hiç düşünmemiştim. 3-4 metre mesafeden bu kadar büyük bir hayvanı görmek inanılmaz bir duyguydu. Tabi insanoğlu doyumsuz. Her zaman şikayet edecek, isteyecek yeni birşey buluyor. ‘Keşke dokunabilseydim’ dedim kendi kendime. Sakın panik yapmayın. Fotoğraf çekmekten elimi uzatacak vakit bulamadım. Hele filmlerde hep omzundaki kuş ile çizilen gergedanın omzuna konan kuşu görüdüğümde deklanşöre basışım sanıyorum çektiğim kareden daha görülmeye değerdi. Gergedanları gördüğümüz yerin hemen arkasında çınar ağacı büyüklüğünde kaktüsler dikkatimizi çekti. Zehirli olduğunu öğrendiğimiz kaktüslerin bir parçası suya düşse, bütün balıklar öldürebileceğinden bahsetti rehberimiz. Dünyada yalnızca gergedanların bu ağaçtan beslenebildikleri öğrenmek çok şaşırtıcıydı.
Güneş tepeye yükselirken, biz dallar arasında koşturan impalalara ve ceylanlara şaşırıyor bir yandan da 1942’de yapılmış olmasına rağmen hala hepimizi etkileyen Bambi‘den bahsediyorduk. İşte o sırada uzun hatta upuzun boyunu ile bir zebra gördük. Ağaçların arasından kafasını uzatıp bize bakıyordu. Az ilerisinde bir başkasını dalları kemirirken gördük. O kadar zarif hareketleri vardı ki insan seyretmeye doyamıyordu.
Gezinin sonlarına doğru bir göletin yanından geçerken gördüğümüz suaygırları inanılmazdı. Başlangıçta 3 tane saydığımız hipopotamların hareket ettikçe daha kalabalık olduklarını fark ettik. Yüzlerinde sürekli gülüyormuş gibi bir ifade olması ne hoş değil mi?
Safari parkının ortasına kurulmuş bir restoranda tadına doyamadığımız yemekler yedik. Güney Afrika mutfağı nasıldı diye soracak olursanız, balkabağı, balkabağı ve balkabı diye cevap verebilirim. Püresinden, kızartmasına, buğulamasından sotesine her türlü halini yeme fırsatı yakaladık. En ilginci ne biliyor musunuz? Tatlısını yapmamaları. Tabi Güney Afrika denilince tropik meyveleri unutmamak gerek.
Yemeğin ardından gezinin eksik parçalarını yani aslanları görmek üzere başka bir parka doğru yollandık. Bu yolculuğumuza önümüze çıkan filler nedeniyle uzunca bir süre ara vermek zorunda kalsak da kimsenin buna diyeceği yoktu. Onları oksayıp, ağızlarına ellerimizi soktuğumuzu, dişlerine dokunup, kulaklarını çektiğimizi kimseye söylemeyin. Aslında bu kadar uysal yaratıklar değiller.
Aslan parkı açıkçası çok hoşumuza gitmedi. Büyük dikenli tellerin içinde yaşamak zorunda kalan aslanları tellerin içine araba ile girerek görebiliyorsunuz. Açıkçası hayvanat bahçesinden pek bir farkı yoktu. Ama yine de bu kadar yakından doğal miskin halleriyle aslanları görmek güzeldi. Hele albino aslan görmek en ilginciydi.
Etrafta uçan kartallar, sıçrayarak dolaşan geyikler, otların arasından kafasını uzatan zebralar inanılmaz bir huzur veriyor insana. Daha önce gittiğimiz bir yerde kendimi ‘Kayıp Balık Nemo‘ filminde gibi hissetmiştim. Bu gezide de ‘Madagaskar‘ filminde gibi hissettiğimi itiraf etmeliyim. Bence tek eksik eşimn yanımda olmamasıydı.
Oralarda olmak cok hos gercekten. Sevgiler…
Biz safari yapamadık, fotoğrafları bile yetti doğrusu. Çok güzel yerler. Afrikayı yaşamak çok güzeldi. 90 Türkler adına tüm ekibe teşekkür ederim.
cok güzel yerler…insallah bizlerde oralari görebiliriz bir gün…(:
Gergedanı görmeye Münih Hayvanat Bahçesine o zaman…
benim de ilk görüşümdü, makrolens ile hayvanın her bölgesini tek tek çektim:) Dinazorlar ortadan kalkmış olabilir ama Gergedanlar bu çağın yegane temsilcileri arasında olmaya aday… Bugüne kadar kalmayı başarmış bir cins..
Çok eğlenceli görünüyor ve görüntüler mükemmel. Kıskandım doğrusu:)
Bu arada filin fotoğrafını görünce aklıma geldi. Filler aslında tüylüdür. Uzaktan pek belli olmasa da vücutlarının tüyle kaplı olduğu yakınlaştıkça farkedilir.
çok güzel yerler hiç gitmesemde, çektiğiniz fotoğraflardan gitmiş kadar oldum.
ayağınıza sağlık diyelim önce.eşimle mart ayında bizimde safari niyetimiz var ama nasıl bir yol izlemeliyiz.safariyi organize eden bildiğiniz bir acente var mı.