Louvre'dan İstanbul'a mı(!)
Sabahları işe giderken Sakıp Sabancı Müzesi’nin önünden geçiyorum. Genelde denizi seyrederken düşüncelere dalmış oluyorum. Bazen müzede ne olduğunu görmek için kapısının oradaki panolara gözatıyorum. Sabah bugün başlayan serginin ilanını gördüm: ”Louvre Koleksiyonlarından Başyapıtlarla İslam Sanatının Üç Başkenti : İstanbul, Isfahan, Delhi”
Louvre‘daki ilgili salonda yapılacak tadilat vesilesi ile bu eserler sergilenmek üzere ilk defa Louvre dışına çıkıyormuş. Harika bir fırsat değil mi? Düşününce malesef harika olmaktan çok trajik olduğunu fark ettim.
Fransa’nın hatta dünyanın en büyük müzelerinden birisinden İslam eserleri getirilip sergileniyor. İstanbul’da yaşıyoruz. Sergi’nin adında da İstanbul var. Demek ki bu eserler benim ülkemden çalınmış ve şimdi biz görelim diye geliyorlar. İsfahan ve Delhi’nin de geçen yüzylın başına kadar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde olduğunu düşünürsek sergilenen eserlerin tamamı bizim coğrafyamızdan. Trajik değil de nedir durum?
Bu duyguları bundan 2 yıl kadar önce de hissettiğimi hatırladım. O zaman yine Sabancı Müzesinde gezdiğim ”Lizbon Calouste Gulbenkian Müzesi’nden Başyapıtlarla Doğu’dan Batı’ya Kitap Sanatı ve Osmanlı Dünyası’ndan Anılar” serisi düşündürmüştü beni…
Elimizden, elimden ne gelir acaba?
sevgili devletşah, İsfahanın osmalı imparatorluğu sınırları içinde olduğundan emin misiniz?
Elbetteki İsfahan İran topraklarında idi. Ancak kastetmek istediğim şey o değildi. Resmi sınırlar değildi. İsfahan’ın Osmanlı ve İslam kültüründe önemli yeri var. Türk Müziğinde İsfahan isimli makam bile mevcut. Yoksa bildiğim kadarıyla Delhi’de Osmanlı sınırlarına girmiş değildir. Bunları kast ederek sınırlar demiştim…
İnan bizim elimizden ya da diğer milletlerin elinden birşey gelse idi, Louvre ve Londra’daki British Museum şu an boş koridorlardan ibaret olurdu.
Bugunku haberi de bir kontrol etmeni dilerim. Maalesef durum cok aci.
http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=654738
Bence durumu anlamıyoruz.
Topkapı sarayını gezdiniz mi?
Ne kadarı bizim? Mesela elmasların, kutsal emanetlerin ne kadarı bize ait.
Eskiden bir ülke diğerini işgal ederdi ve değerli ne varsa götürürdü. Sonraları ise işgaller yerini sömürgelere bırakılırken ustaca çalınmalar başladı.
Örneğin Truva kalıntılarının kaçırılması, padişahlarımızın koca koca tapınakları hediye etmesi gibi.
Bazen çok sinirleniyorum bizim topraklarımızdaki eserlerin bu yolla kaçırılmasına. Bazense bizim müzelerimizde ne kadar az eser olduğuna ne kadar az önemsendiğine bakıp, hiç olmazsa dünya insanı bunları görüyor diyorum.
Ama Anadoluyu gezin arkeolojik ne kadar taş varsa üstünde kimin kimi sevdiğini , bilmem kaça kaç tertip askerlerin oradan geçtiğini ve Türkiye’deki isimler sözlüğü ile tuvaletler tarihini görebilirsiniz.
Son olarak daha Anadolu yakasına adam gibi büyük bir arkeolojik merkez yapamadık. Ya geri verirlerse ne yaparız? 3 tane müzemizin hangisinin rutubetli depolarında sayımlarda yavaş yavaş kaybolmaya terkederiz.
Hiç olmazsa adamlar bakımlarını yapıyor ülkeye Arap Krallar geldi diye bir de ayaklarına da götürmüyorlar emanetlerini.
Ben o eserleri Louvre Müzesi’nde görmüştüm ve inanın ağlayarak gezmiştim o salonları.Hele Efes Harabeleri için ayrılan salonda dehşete kapılmıştım.Ancak sonra kendime gelip şöyle düşündüm ki,bu eserler bizde olsa emin olun Topkapı’daki binlerce eserden hiç bir farkı kalmazdı.Yine de belki onlara teşekkür etmek mi lazım ne!!!!!!!!!!
Fethiye Müzesinde bile kapalı alanın 5 katı eser sergilenmek için bekliyor..Toprağı kazdığınızda en az 5-6 uygarlık üstüste yaşamış, tarihi eser fışkırıyor..Yazın gelip para ödeyerek gezdiğiniz tarihi yerler kışın başında kimse olmadan mecburen korumasız bir şekilde bekliyor..Her yer tarih dolu amasahip çıklan kısmı çok az ne yazık ki..
Sayın Süleyman Sönmez’e genel olarak katılıyorum.
“Biz”den çalınmış olması her ne kadar gurura dokunsa da elimizde olanları korumadaki -hem vatandaş hem yönetici- ‘duyarsızlık’, ‘bilinçsizlik’ halimiz, azınlıkta kalan ‘bilinçli biz’lere -belki ne yazık ki- “iyi ki Dünya Mirası’na sahip çıkan ülkeler var” dedirtiyor.